Meğer biz zaten ezelden Arap’mışız!

Ekmeyle nefret biter mi?

Ben küçükken tarih kitapları bizi arkadan vurmuş, hain ve kalleş arapların kötü davranışlarını anlatır dururdu. Biz onlara iyilikler yapmışken, o nankörler bize yapmadık bırakmamışlardı. Bize düşmandılar, sevmiyorduk tabiatıyla. Arkamızı dönüp terketmiştik onları ve bizim için onlar yok olmuşlardı. Eğri büğrü, okunup yazılamaz arap harflerini de terkettikten sonra hiç ilgimiz ilişkimiz kalmamıştı.

Ehlen ve sehlen.

2010 yılı güneydeki illerimizin hemen bütün avm’leri Suriyeli komşularla dolup taşıyordu. Sabah gelip alış veriş yapıyor akşam arabaları tıka basa dolu evlerine gidiyorlardı. Biz mutlu / biz mesut.

Yıllar sonra bu bednam arapları tedricen sevecek tanıyacaktık ki Suriye krizi patlak verdi. Sonra halende devam eden gürültü patırtı. İnsanlar sağa sola kaçtılar önemli bir kısmıda ülkemize davetsiz misafir olarak sığındılar. Daha doğrusu hayatımıza karıştılar. İş orada kalmadı onların arasına ıraklı, iranlı ve hatta tipi müsait afgani kardeşlerimizde karıştılar. Dolayısıyla bilinen sayıyla hissedilen sayı arasında ciddi fark oluştu.

Müzmin rahatsızlığımız: Yabancı Dilli Tabelalar.

Her bir idari birmimizde varlar; bazılarında ekseriyeti bile sağladılar. Okullar, işyerleri, evler, apartmanlar, köşe başları, parklar onlarla doldu taştı. Artık her yerde arapça başat bir lisan haline geldi. Tabelalar, ilanlarda nasibini aldı o kadar ki sanki hiç Türk müşterilerine hitap etmiyormuş gibi büsbütün arapça oldular. Ki aziz halkım yabancı dilli tabelalara karşı hep itirazını dillendirmiştir.

Başlangıçta tereddütlerim vardı; bunca yıl bir millete karşı doldurulmuşuz, bu hal davranışlarımıza yansır mı, yön verir mi diye. Birkaç yerde ufak tefek münferit hadiseler dışında korkularım boşa çıktı; üstelik yayılmacı ve karşıyı tahrik edici davranışlara rağmen.

Ulema ihtilaf etmekte!

Onları hiç eleştirip, sorguluyoruz mu? Evet. Geçen hafta cumada mahalle imamımız çok eleştirdi: bu kentin %20 si Suriyeli imiş. Çarşı pazara bakarsak öyle ama camide yoklar, şu an cemaatimiz yaklaşık 1000 kişi, bakın etrafınıza muhacir kardeşlerimizin sayısı üçü beşi geçiyor mu? İnceden Hakk bela yazmaz kul azmadan demek istiyor. Lakin bu serzenişe bir Baş İmamız katılmadı: O kardeşlerimizi etrafa bakarak teşhis edemezsiniz zira ki onlar bize acayip benzediler, müthiş adapte oldular. Aramızdaki mantalite farkına rağmen; biz fiyatları indiriyoruz(tenzilat) onlar hafifletiyor( tahfifat).

Uyum yetenekleri çok yüksek; iç içeyiz, akrabalığımız epey arttı, gerçi şu an kız alıp verme bizim lehimize gibi olsa da ileride dengelerin aleyhimize gelişeceğine dair donelerim var: briyantinli saçları ve apaçi tarzı giyimleriyle muhaciran gençlerin bizim kızları tavlamalarının çok zor olmayacağı ayan beyan ortada.

Bazı yerleşim yerleri kozmopolitan olmuş, misal yaşadığım yerde sabah saatlerce yürüyorum hadi Türkçe konuşan yok, güzel Kürtçemizde ( A. Davutoğlu ifadesi) mafih, Arapça bir numara ve hemen ardı sıra Rusça; rusça’da adriyatikten hatta baltıktan Çin denizine kadar yaygın bir lisanmış. Bizdeki bir Bulgaristan göçmeni ile Tacikistan göçmeni konuşmalarında bu lisanı tercih edebiliyorlar. Birde aynı ülkeden misal Dağıstanlı iki göçmende ana dilleri yerine Rusçayı kullanabiliyorlar ( tahsillilerde bu gelenekmiş). Yeri gelmişken: yeni bir dilinde arkayı dörtlediğini müşahade ediyorum: Urduca. Sessiz ve derinden bir bengal- paki göçü şimdilik İstanbulda uç veriyor. Bendeniz ayrıca Endenozyalıları çok seviyorum, maalesef sadece bir restaurantları var ( merkezefendi tramvay durağı-z.burnu), henüz ülkemizi keşifte geriler.

Böyle kozmopolitan yerlerde kimin hangi dille konuştuğu sokaklarında hangi dilden tabelalar asıldığı çok önemli olmayabilir lakin daha rafine daha milli ruhların ağırbastığı yerler riskli olabilirlerdi; Arapça bu sınavı geçti.

Sonuç: her tarafta ama’sız kabulleniş, hoş görü. Sessizce bağrımıza bastık. İşimizi, aşımızı, evimizi barkımızı paylaştık onlarla.

Onca yıllık karşı propaganda, hakaret ve suçlamalar çok etkin olamamış; 13 asır süren birliktelik ve sevecenlik genlerimize işlemiş: Su Akar Yatağını Bulurmuş. Bukra inşallah!

44105 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Ali Taşkın BALABAN

1958 yılında Eskişehir’de doğdu. Ankara Ü. S. B. F'ni bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde memur olarak çalıştı. Antalyada ikamet etmektedir.. * Facebook Sayfamızı Beğenebilirsiniz: buradan abone olabilirsiniz ve yazılarımızı kolayca takip edebilirsiniz. * Yazıların üstündeki benim adımı tıkladığınızda benim tüm yazılarımı içeren 5 - 6 sayfalık menü açılır oradan istediğinizi tıklayarak okuyabilirsiniz. Yorumlar vasıtası ilede yüksek fikirlerinizi iletebilirsiniz. Lütfedip okuduğunuz için teşekkürler.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir