DERİN DEVLET

Nisan 1999 seçimlerinden önce sürpriz bir hükümet kurulmuştu. 56. hükümet. O hükümete de bir milli eğitim bakanı atanmıştı*. Sayın Bakan haftanın yarım gününü hükümet ve bakanlık işlerinde, diğer zamanları ise seçim bölgesinde köy köy, sokak sokak incelemelerde bulunarak geçiriyordu. Partisi DSP küçük bir parti idi. Konjonktür gereği bir post elde etmişti. Henüz İmralı Kuzucuğu Apo yakalanmamış, bakanımızın partisi oy patlaması yapmamıştı. O yüzden seçilme garantisi yoktu. Adam adama markaj ve sıkı çalışmak gerekiyordu. Bendeniz de bir kamu emekçisi olarak bu mühim devlet görevinde zat-ı devletlerine servis yapmaktaydım; müsteşarı, genel müdürleri gibi.

Vatandaşların bu taze nazıra pek ilgi gösterdiği yoktu, particiler iştahsız, heyecansızdı. Bakansa her mekanda yemin billah partisinin birinci çıkacağını, seçimden sonra da yine aynı bakanlığa geleceğini; hemşehrilerine neler neler edeceğini tekrarlayıp duruyordu. Doğrusu bu hal psikolojik takıntı haline gelmişti. Bakan bey, bu boş gözlerle bakan, hiçbir derdini açmayan ilgisiz seçmenlerinin, kendisine acıyarak şöyle düşündüklerine inanıyordu;” -Sen üç günlük piyango bakanısın, seçimden sonra belki milletvekili bile değilsin, gez şuralarda bak keyfine git.” Bu arka plan bakanı çok asabileştirmiş, çekilmez hale getirmişti. Her akşam yüzlerce partili ve seçmen kitlesinin de katıldığı resmi ödemeli otel yemeklerinde içilen rakılar da teselli vermiyordu.

Ramazan Bayramının birinci günüydü, yorgun argın otele geldik. Yine protokol (U) düzeninde konuşlandı. Salon lebalep dolu. Ankara sahnelerinin eşsiz ses sanatçısı Elmas hanım sahne almak üzere. Yalnız bu hanımın bir eksikliği; şarkılarını ekabire değil de, orasına burasına para sıkıştıran bizim gibi ayak takımına yönelik okuyor olmasıydı. Devlete karşı bu ayıbı gidermek ve bakanın kafasındaki zaafı inceden deşerek; yorucu mesaimize biraz neşe katmak gibi mütevazi amaçlarla, bir garsonu yanıma çağırdım: – Şu teyzeye söyle sayın bakanın ve sayın eşlerinin önünde icrayı sanat eylesin, ayrıca onun çok sevdiği ‘dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç / bu son fasıldır ey ömrüm , nasıl geçersen geç’ şarkısını okusun, dedim.

Bayan huzurda eğildi ve şarkıya girdi. Doğrusu güftede Yahya Kemal ve bestede Münir Nureddin gibi devlerin imzalarını taşıyan bu güzel şarkı, tüm davetlilerce coşkuyla dinleniyor, hatta ekâbirden bazıları eşlik bile ediyorlardı. Ama bakan bey huzursuzdu. Ben daha iyi görebileceğim bir yere konuşlanıp, gelişmeleri izliyordum. Bakan ellerini, dişlerini sıkıyordu, bir ara bayana: – Git kardeşim, biraz da komploculara oku, seni örgütleyenlere söyle, seçimden sonra da bakanım, diye gürledi. Gürültü ortamında kimse bir şey duymuyordu. Bayan da bu bağırışları iltifat olarak yanlış algılayıp, şarkıyı uzattıkça uzatıyordu. Bakan beyse kıp kızıl kesilmiş, dengesini kaybetmek üzereydi ki tıkınmaktan fırsat bulan bir foto muhabiri bayana yaklaşarak; bakanla eşinin arasına girerek, bir bukle birlikte söylemelerini öğütleyerek karşıda mevzi aldı.

Belli ki şarkıcıya eşlik eden bir bakan görüntüsü alacaktı. Lakin bakan beyin şarterleri inmiş, kafasının tası atmıştı. Karısıyla el ele tutuşup, ayağa kalkıp aralarına girmek isteyen bayana şiddetle ‘şıllık, fahişe vs’ diyerek saldırıp, darp ederek, kaba ve zorbaca kovdular. Sonra da bakan bey bir söylev irat etti; ‘Egemenler bilsinler ki bütün karanlık eylem ve tertiplerine rağmen biz halkın gücüyle üstelerinden geleceğiz, vs.’

Sayın Bakan, her Türk vatandaşı gibi,derin devletin kendisine komplo kurduğu kanaatine ulaşmıştı, anında intikalle.

Evet, uyanık-ayık bir basın mensubu olsaydı belki bakan beyin pozisyonunu bozabilecek boyutlara gelmişti iş. Nereden nereye varılmıştı. Benim maksat ve gücümün çok ilerisine hatta kontrolüm dışına çıkılmıştı. Üstelik olay, ebediyen faili meçhul kaldı.

Anladım ki toplum mühendisliği, derin devlet, egemenler vs. diye tarif edilen kesimlerde böyle olmalı. Her şeyi kuşatıcı, en küçük ayrıntıları hesaplayan şaşmaz güçler değil; kaybedecek fazla şeyleri olmayan, bazı şanslı gelişmeleri yedeğe alan güçler olsa gerek. Sayın Bakanla birlikteliğimden bana böyle bir kanaatle, büyüklerimle paylaşılmış tebessümle hatırlayacağım değerli anılarım kâr kaldı.

*57 yaşında 57 plakalı ilimizden MV seçildi, 57. hükümette de aynı görevi aldı ve 57 ay sürdürdü.

Bir zamanlar ben de Süleyman idim
Ateşe rüzigâra hükümran idim.
Sanmayın Sultan Süleyman idim.
Tersanede körükçü Süleyman idim. ( Bir mezar taşından)

4129 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Ali Taşkın BALABAN

1958 yılında Eskişehir’de doğdu. Ankara Ü. S. B. F'ni bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde memur olarak çalıştı. Antalyada ikamet etmektedir.. * Facebook Sayfamızı Beğenebilirsiniz: buradan abone olabilirsiniz ve yazılarımızı kolayca takip edebilirsiniz. * Yazıların üstündeki benim adımı tıkladığınızda benim tüm yazılarımı içeren 5 - 6 sayfalık menü açılır oradan istediğinizi tıklayarak okuyabilirsiniz. Yorumlar vasıtası ilede yüksek fikirlerinizi iletebilirsiniz. Lütfedip okuduğunuz için teşekkürler.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir