NURİ PAKDİL İLE ALTI GÜNDE MARAŞ GEZİSİ

11 Şubat 2014:

Nuri Abi, İdris Hamza (Necip Evlice), Malik Ubade (İrfan Çevik) ve İhsan Kul’ dan oluşan ekibimizle 12.20’de Maraş’a müteveccihen yola çıktık. Hava çok açık değil, kapalı hiç değil. Suhunet , artı 12 derece. Yükseklik (rakım), ne diyeyim, siz hesaplayın! Gölbaşı’nda kısa bir namaz molası verdiğimizi saymazsak, seyahate başlayış : saat 13.00
Şimdi kemerlerimizi bağlayalım, koltuk arkalıklarımızı dik duruma getirelim (gerçekten aracın arka koltukları biraz fazla yatık veya ayarı öyle) ve uçuşun keyfini çıkaralım. Kalkış (take off) sonrası sandaviçlerimizi ve ardından mandalinaları henüz yemiştik ki, Tuz Gölü kenarına vardık. Tuzlar üzerinde, göl kenarında bir süre yürüdük. Aksaray’da Orhan Ağaçlı Tesislerinde makul sayılabilecek bir öğle yemeği yedikten sonra tekrar yola devam.
Bu dağlar, üç kardeş gibi, belki de bir baba iki oğul gibi duruyor. Necip’in navigasyonu yardımıyla ‘Hasan Dağı’ ile tanıştık, bir de türküsü olsa şimdi demeye kalmadan, türküyü de buldu Necip, bu yeni teknolojiler nelere kâdir!. Hasan Dağı oldukça üzgündü, her seneki gibi kar zamanında ve kararında uğramamıştı, üzülme dedim, İncek’te de öyle.
Bundan sonrası Akdeniz Havası…inişe geçmeden önce Tekir Yaylası’nda kısa bir durak daha yaptık: üç çay ve rendelenmiş, sade bir tabak havuç. Hava da yavaştan kararmaya başladı. Adana – Antep hattında ilerliyoruz, Nur Dağı’nı da tırmandıktan sonra E 90’dan saptık, 85 km daha gideceğiz. Ara Not: Kömürler Kasabası ve kasabadaki tren istasyonunun yakınından geçerken Usta’da mütebessim bir eda vardı, yaz aylarında geçtiğimizi varsayarak buradaki giderek azalmış pamuk işçilerini mi selamlıyordu diye düşündüm, Usta, her zaman bilmecelerini de kolay sormaz ki, ne ki bazan cevap da son derece basit olur. Bilinç ile direniş hep yan yana olursa, her zaman uyanık olur insan.
Saat 21.00…Maraş’a indik.
Usta, bir ziyaretinde –belki de uzun yıllar aradan sonraki ilk ziyaretinde- Maraş’a doğrudan intikal etmiyor. Göksun’dan tam Maraş’a geçecekken yolu değiştirir, Elbistan üzerinden, kuzeyden dolanarak Antep üzerinden Maraş’a girer. Girişte her beldenin manevi sultanı, bir anlamda gözcüsü ve hâmisi bulunduğundan, burada da Malik Ejder Sultan yukardan el sallamaktadır, hava da karardığından bu selamlamayı tam göremedik. Usta, hep bu bilinci donanmış olduğundan selamlamasını yaptı, bilâhare gündüz gözüyle uğrayacağını iç sesiyle ifade etti. Ovayı işgal eden fabrika binaları arasından biraz daha yol alarak Maraş Belediyesi Sosyal Tesisleri’nde kemerlerimizi çözdük.

Çok sık olmasa da şimdiye kadar değişik vesilelerle geldim Maraş’a. Bu seyahatin veya ‘serüvenin’ diyelim, nasıl şekilleneceği, nelerin zuhur edeceği tam bir muamma. Denebilir ki, zaten her iş için bu böyledir, hiçbir şey önceden öngörülemez/öngörülür de beklendiği gibi olamaz, bu böyle ama, seyahat planımızın da bir içeriği ve kalitesi olmalı. Düşünün ki sizi yüzlerce, binlerce kişi izliyor, onları hayal kırıklığına uğratmak olmaz. Niye alttan alalım. Bu oyunun her perdesini, her sahnesini hakkını vererek oynamak ve hakkıyla yaşamak gibi bir zevkimiz olmalı, sorumluluğumuz da…
Usta, Tesis’te odasına yerleşince ufak bir kaçamak yaptık: daha önce kendisiyle telefonla konuştuğumuz Ömer Erinç de bize katıldı ve birlikte paça çorbası içmeye gittik.
Yarınki gündemimiz, Maraş’ın ünlü 12 Şubat Kurtuluş Bayramı, yani Çete Bayramı.

12 Şubat 2014 :
Kahvaltı 8.30’da, bundan sonra daha belirtmeyeceğim, zîra her gün 8.30’da kahvaltı. ‘Çete Bayramı’, Maraş’ın Kurtuluşu ve bu çerçevedeki anma töreni ve etkinlikler. Nuri Abi ‘çete bayramı’ tanımını çok seviyor, her kullanışında zevk aldığı besbelli, oysa çokları -akranları bile- bu kavramı neredeyse unutmuşlar.
Dün akşamdan sokak aralarında ‘çeteleri’ görmüştük, hem de oldukça çok sayıda. Her evde mutlaka birkaç tane çete kıyafeti bulunurmuş, hele de çocuklar için ise mutlaka.
Uzunoluk Caddesi’nden aşağı inerken, işte dedi, tam burada, Sütçü İmam fitili ateşleyen eylemi burada yaptı, sen nasıl hamamdan çıkan Müslüman hanımların başını açmalarını isteyebilirsin, hatta buna teşebbüs edersin?. Başörtüsü bir simge olur mu?. O örtü hayata verilen anlamın, inancın bir işareti, hem neden açsın, Fransız işgalinin arkasında hayata müdahale de mi var, bir nevi ‘toplum mühendisliği’. Sütçü İmam bu mühendislik işine tahammül edemez, anlaşılan o dönemdeki hiçbir ‘iş’e tahammülü yok da, elinden gelse karşı dükkanın önünden bir gazoz kasası alacak, üstüne çıkacak, veryansın edecek, henüz o an gelmemiştir, kısa bir süre sonra bu işi Rıdvan Hoca Ulu Cami’de yapacaktır, Cuma hutbesi sırasında….
O mekanlardan ağır ağır, sindire sindire aşağı doğru indik, her bir yeri -çocukluğundaki/lise yıllarındaki- sıraya göre yeni yerlerine koyduk, örneğin Rahmetli Şeref Turhan Bey’in matbaasının önünden kıvrılarak alana doğru yöneldik.
Caddeler, sokaklar cıvıl cıvıl… Mehmet Ali Bulut Bey, yolda yürürken bize rastladı, güleç yüzüyle hepimizi selamladı, resmî tören alanına davet etti, tabii ki daveti bize uymazdı.
Cadde boyunca boş bulabildiğimiz yerlerden yürüyerek konuşlanacağımız Somuncu Cafe’ye ulaştık. Üst katta cam kenarına oturduk.
Her bir mahallenin, muhtarlığın, bir çok dernek ve belediyenin, özellikle Antep Belediyesi’nin, daha başka yerlerden gelen dernek ve belediyelerin ekipleri caddeyi silme doldurmuştu, hava açık ve güzeldi. Yürüyüş ve gösteriler ikindiyi bulduk.
Amcaoğlu Muammer Pakdil Bey’in dünürü Selahattin Güvenen Bey’in evinde akşam yemeği… mükemmel yöresel tadlar…yesem ölürüm, yemesem gene öyle.
Yarın için gündem yoğun.

13.2.2014 :
Kısa süre önce dünyasını değiştiren Ahmet Soğancıoğlu Bey’in ailesine ve çocuklarına taziye ziyareti. Çok mütehassis oldular. Rahmetlinin yakından takip ettiği Büyük Doğu dergileri ve ciltleri, zamanında çıkmış dergilerin neredeyse tamamı salondaki kütüphanedeydi. Bir süre göz attık, eski sayılara dokunduk, sohbet edildi, eski günlere, mekanlara, eşhasa gidip gidip gelindi. Film gibi. . Şimdilerde ‘Ravanda’yı bilen de, yapan da kalmamış, her ürün bir değerdir, çöpe atılamayacak durumda olan ancak ticari değerini kaybetmiş üzümlerin ekşitilerek elde edilen ferahlatıcı bir içecek, Ravanda.
Telefon trafiğinden anlaşılıyor ki, öğle programı hayli hareketli olacak. Kapalı Çarşı yakınındaki Saraçhane Camii’ne intikal ettik. Hava açık, berrak, dünkü gibi. Caminin kıble yönündeki alanda, çınar ağaçlarının altındaki oturma grupları, sandalyeler ve fıskiye. Çarşı içi olduğu için etrafta esnaflar, koşuşturanlar. Üç-beş derken giderek kalabalıklaştık. ‘Yahu Nuri Abi, okulda Şeref Kazancı vardı…Türkçe öğretmeni hanım… falanca doktor oldu… o benim teyze kızımdı… sizin evin altındaki sokakta Hafız Nuri…çaylar muhabbete karışıyor. Sanırım gelen misafirlerin hiç biri şimdiye kadar bu denli yoğun eskiye gidip, kurcalaya kurcalaya insanları ve mekânları bu güne taşımamıştır. Bu, aile çevresini çok çok aşan bir yoklama… askerlik arkadaşları, komşu okullar, yöneticiler, komşular, dergi okuyanlar, hafızlar…iki saat içinde ta’dat edilmeyen kalmadı. Şimdi bundan ne anlayacağız, bir sosyolog herhalde şöyle der : eski günleri anma, geriye gidiş özlemi, yaşlılık bir şeyi, vs… Mesele hiç bu kadar basit görünmüyor. Arkadaşlarından bazıları Usta’yı belki 30-40 yıl sonra ilk defa görüyor, bir kısmı için hayal gibi… Yanında taşıdığı not kağıtlarına bir çok isim ve telefon yazdı. Belli ki, işler iyi gidiyor, ‘acıktık Nuri Abi’ diyenler var. Caminin Hücresine geçtik, merdivenle çıkılan üst girişin hemen sağında küçükçe bir odada Mehmet Gemci Bey’in hazırlattığı ‘eli böğründe’ yedik. Müezzin de yabancı değilmiş, Kamil Yılmaz dostumuzun kardeşi, güzel çay demledi.

Namaz, yemek ve çaydan sonra kolları sıvadık ,
Daldık Kapalı Çarşı’ya!
40’lı yılların, 50’li yılların, daha geriye gitmeli, Ziyaioğlu Hoca Emin Efendi’nin de manifaturacılık yaptığı çarşı sokaklarında yürümeye başladık, 4o’lı yıllardan bir nostalji kokuyor ki, tevâtur sanırsınız, dükkan önlerine çıkan esnaflar, yanlarda birikenler, arkamızdan gelenler, fotoğraf çekenler… annesinin gönderdiği kumanyayı dükkana getiren çocuk, tâzimle Emin Efendi’nin elini öptü…

Esnafları (o dönemdeki) teker teker sordu.. Esnaflar, bir kısmını hayal meyal, bir kısmını daha canlı hatırlamakla birlikte Usta’nın hafızasına ulaşmaları mümkün mü?. Kaldı ki, bu kadar ânî sözlü sınav olacaklarını nereden bileceklerdi ki!. Zaten bu sabahtan beri işimiz: Hafıza dersleri. Dün de öyleydi, daha önce de… aslında hep öyle, hep öyle olacak. ‘Nisyan’ ne demek, hele hele ‘belli’ hususlarda!.
Emin Efendi’nin dükkanında, belki de bir üst dükkanda, tezgahın başına buyur edildi Usta. Kumaş açtı, ölçtü, öyle bir itinayla tekrar katladı ki, ağzımız açık izledik.
Baktık, etraf iyice kalabalıklaşmış, zevk ve muhabbet tam deminde.
Aşağı doğru esnafların her biriyle selamlaştık, ayaküstü sohbetler, bu dükkanda da iki Musevi esnaf vardı zamanında, onları da anmadan geçmek olmaz, hatırlayanlar çıktı.

Biraz güneşe çıktık. Çay ocaklarının, sokak kebapçılarının, tatlıcıların arasından geçerek ‘Köşk’ namlı bir mekana da uğrayıp, zamana yolculuğu noktaladık.
Resmî ve şekersiz bir Vilayet ziyareti ardından Öğretmenevi altındaki ‘Kıraathane’ye geldik. Bu mekanın yapımına, önceki Valimiz değerli insan Niyazi Tanılır Bey vesile olmuştu.
Çaylar…
Tekrar çaylar…
Tekrar çaylar…
Ziyarete gelen öğrencilerle sohbet etti. Biz dinlemede kaldık.
Akşam yemeğimiz Muammer Pakdil Bey’in oğlu Fatih Bey’in bağ evinde.
22.00: Ya kırk adım atmalı, ya sırt üstü yatmalı…

14.2 2014:
Kahvaltımızı yaptık, duamızı ettik, yine tırmanışa geçtik. Kayabaşı Mahallesi üzerinden Yörük Selim Mahallesine geçtik. Elbiselerimiz : tarih ve nostalji kokuyor. Bize bu sefer Ertuğrul Güven Bey refakat etti, rehberlik yaptı. İşte bu mahalle, bu sokaklar, bu mescit, bu okul, komşular…Bakırcı Ali Efendi, Dr. Sait Bey, diğer komşular…
‘Yandaki mavi boyalı kapı Büyük Alim amcam Ziya Efendinin evi’, karşıdaki kapı ise Hacı Ahmet Amcamın evi’.
Bu kapıdan!
İçeri girdik. Ufak bir avlu ve sahanlık.
Soldaki bir kısmı beton, devamı ahşap olan merdivenlerden trabzana tutunarak yavaş yavaş yukarı tırmandı. Tadını çıkardığının farkındayız da, başka neler hissediyor, neyi nasıl yaşıyor, onu kim tahmin edebilir, kim bir başkasının ‘içine’ girebilir?.
İşte, tam burada dedi, İstanbul’a beni yollarken dedi, babam bu basamaklarda Ezan-ı Muhammedi okumuştu dedi: Uğurlama Seramonisi.
Hepimiz yukarı çıkmadık, ev sahibinin içten ilgisi, kahve ikramı ve bir süre sohbetten sonra ‘Çocuk Parkı’nda bir süre durakladık. Ertuğrul Bey rehberliğini sürdürüyor, orta okul aşağıda, eski hapishane yukarıda, eski Vali Konağı ve Beyazıtlı Camii çaprazda.
Belediye Başkanı Mustafa Poyraz Bey’in davetine icabet ettik, evin müze veya kültür merkezi haline getirilmesi gibi bir düşüncesi veya ‘arzusu’ da var ama, nasip.
Osman Furkan ve M. Ali Bulut Bey de orada idiler.
Camii Kebir’de Cuma namazı kıldık. Hava iyi olduğu için avludaydık.
Namazdan sonra Halil Arıkan’ın misafiri olarak Küçük Ev Lokantası’nda öğle yemeği yedik.Yemek esnasında Tahir Gören (Baba Tahir), Nuri Abi’nin bir mektubunu bulmuş, getirdi. Bilahare kısa bir Ahır Dağı tırmanışı yaptık. Yüksekte hava soğuk ve rüzgarlı idi. Şehri bir süre tepeden seyrettik.
Dönüşte pastanede oturduk, yeni yüzler katıldı aramıza; İsmet Sait, Hubeyb İzzettin,
Cuma Tahiroğlu, Mustafa Uslu, İzzet Bey, bir Avukat ve komşular… Ben bunların çoğunu tanımadığım için, bizler sohbeti izlemede kaldık, alınan telefonların, yazılan yeni isimlerin şahitliğini yaptık.
Bu süreçte Ömer Erinç ve Necip, Kıraathane Söyleşisi ve televizyon programı çekimleri için ayrı bir koldan gittiler. Saat sekize doğru geldiler. Necip’in annesi hastanede yattığı için onu da ziyaret etmesi gerekiyordu, aralarda annesiyle de çok ilgilendi.
Erken yatabilsek de, biraz uyusak.

15.2.2014:
5 günlük açık ve güneşli günlerden sonra bugün hava yağmurlu.
Şehre girerken bize yukarıdan el sallamıştı ya, Şehrin Manevi Sultanı Malik Ejder Hazretleri, şimdi onu ziyarete gideceğiz. Yağmur da bir bereket, rahmet. Tepeye çıktık, yağmur daha da şiddetlenmişti ya Usta fazla aldırış etmedi, Hazretin ayak ucunda kendini selamladık, onun gibi, onun mertebesinde ve onun muasırı olan bütün Sahabe-i Kiram için buradan âcizâne hediyelerimizi gönderdik.
Beş günlük açık havadan sonra yağmur iyi geldi.
Ziyaret süresince hep yağmur vardı.
Ziyaretler, bir nevi ‘müsaade isteme’ yerine göre ‘hasbihal etme’ anlamına da gelir.
Gelecek ziyarete kadar,
Gündemimizi gözden geçirmek üzere,
Eksiğimiz çok olmasına çok da, hepten de ümitsiz değiliz,
Arabesk işlere hiç girmedik,
‘Hesap Günü’nde ne yüzle hesap vereceğiz, ne diyeceğiz?,
Her şey bir vakte mukayyettir, kuşkusuz,
Ancak biz üstümüze düşeni yapmakla mükellefiz, hem de eksiksiz.
Ukkaşe Hazretlerine uğramadan olmaz, sonra gönül koyar. Bu navigasyon aletine çok güvenmiştik, nispeten sevmiştik de, demek ki böyle işlere pek bakmıyor, sağlık olsun.
İdris Hazma ile Ömer Erinç’in güzergah konusunda farklı düşünmeleri de işin içine eklenince heyecan daha da arttı. ‘Kara Ziyaret’ diye bir levha görünce heyecanlandım, hani bizde Arapları, biraz da ‘esmer’ olarak tahmin etme geleneği var ya –aslında Araplar siyah değildir, bu arada belirteyim, eskiden resmin negatifine de arap denirdi- o yüzden Hazrete ulaştığımızı düşündüm.
Sütçü İmam Üniversitesi’nin bir bölümü bu alanda, nizamiye kapısından içeri girdik, güvenlikte bekleyen gençler yeni çay demlemişler, önce çayımız sonra ziyaret dediler, ancak geldiğimiz yerin Sahabeden Mikdat bin Evsed Hazretleri’nin makamı olduğunu söylediler.
Yağmur devam ediyor, yeni demlenmiş çayları içiyoruz.
Gençlerin refakati olmasa Hazret’in mekanını bulamazdık. Kampus içinde stabilize yollardan kıvrılarak bir tepeye çıktık. Asırlık meşe ağaçları arasında durduk. Hazretin kabri tüm doğallığında, çevreden toplanmış taşlarla çevrili.
Mütevazi ama Köşe Taşı gibi duruyor.
Ziyaretimizi öğleye kadar sürdürdük, hiç aceleye getirmedik,
Turaç Lokantası’nda yemeğimizi yedik.
Teyzezadesi Naciye Bilginer Hanımı evinde ziyaret ettik, pek de uzakta olmayan evi kolay bulduk. Orada Naciye Hanım’ın çocukları da vardı. Cep telefonu numaraları teati edildi. Naciye Hanım’ın annesi rahmetli Hafize Hanım Teyze ve babası rahmetli Muharrem Bey Enişte de anıldı. Naciye Hanım trajik bir konuşma yaptı, şöyle ki : ‘Annem Hafize Hanım, Vecihe Teyzemin (Usta’nın annesi) ölümünden sonra hastalandı ve bir daha iyileşmedi, o şekilde Hakkın rahmetine kavuştu, Vecihe teyzem bizim için annemden farksızdı, her zaman bizim yanımızdaydı…’
Bütün geçmişlerimize Fatiha okundu.
Şeyh Adil Mezarlığı.
Kuşkusuz burada da bir ‘hayat’ var. Sadece dünyaları değişti, icraatlar durmaz. Hele ‘iş’i bu dünyada halledenlerin icraatları hiç durmaz. Kılıç kınından sıyrılmaya görsün bir, bak o zaman tasarrufa.
Ahmet Soğancıoğlu Bey’in kabri yakında olduğu için önce oradan başladık. Bilahare, Ziyaioğlu Hoca Emin Pakdil Efendi (babası), Sadi Pakdil Efendi (abisi) ve ardından Büyükbabası.
Büyükbabanın mezar taşındaki elkabı şöyle :
‘Camii Kebir Nebeviyye Medresesi Müderrisi ve Maraş Nakib-ül Eşrafı Daizade El-Hac Es-Seyyid Hafız Muhammed Emin Efendi Merhum 1337’
Diğer amcaları, amcaoğulları, akrabalar, komşular… hiç birini atlamadık, usul usul ve usulünce hepsine uğradık, hepsinin başında aşirlerimizi okuduk, üç saat boyunca.

16.2.2014:

Maraş’tan Ayrılış,
Vakit tamam oldu.
Başkonuş Yaylaları, Sır Barajı ve Andırın üzerinden gideceğiz. Haştırın Vadisi’nde Mustafa Güven Bey bizi bekleyeceğini söylemişti. İdris Hamza’nın köyünden geçtik, babasının kabri yakınında durduk, hediyemizi gönderdik, tabii ki Sayın Hamza babasının kabrine kadar indi, yola oldukça bir mesafe vardı, ardından bir zamanlar sağlık açısından tek başına kamp kurduğu yeri gösterdi, İdris Hazma. Haştırın Yaylasında Mustafa Bey ile buluştuk, kaşarlı alabalık yedik. Çil Vadisi’ne kadar Mustafa Bey bize refakat etti.
Göksun üzerinden döndük.
Son bir not daha düşeyim :dönüşte arkada üç kişi idik. Malik Ubade ile aramızda bir ‘Kudüs Hurması’ (Nuri Abi ağacın bu isimle anılmasından çok hoşlanıyor, üstelik doğru ismi de bu diyor) fidanı var, dönünce bahçeye dikeceğim, bu gezinin anısına.

Not: Bu yazı EDEBİYAT ORTAMI Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2014/sayı 38 ‘de yayımlanmıştır.

1021 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

İhsan Solmaz

1956 yılında Ankara Çamlıdere'de doğdu. 1980 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olduktan sonra T.C. Trablus Büyükelçiliğinde Sözleşmeli Memur olarak çalışmaya başladı. 1985 yılında 10 ay ABD/Boston, Simon’s College ‘de eğitim aldı. Çeşitli özel ve kamu sektörü işyerlerinde ve KOSGEB’de çalıştı. Siyasallılar Vakfı Kurucu Üyesi ve Mütevelli Heyet Üyesi olup, uzun süre Başkanlık görevinde bulundu.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir