AKILLI DÜŞMAN

Akıllı bir adam, atına binmiş bir yerden bir yere gidiyordu. Yol kenarında bir ağaç gölgesinde uyuyan birini gördü. Baktı ki, bir yılan bu uykudaki adamın ağzına kaçmak üzere. Yılanı ürkütüp kaçırmak ve adamcağızı kurtarmak için atından inip uyuyan adama doğru koştu, fakat yetişemedi. Uyuyan adam farkına varamadan, yılan ağzından içeri giriverdi.
Atlı, pek akıllı, zeki bir kimse olduğundan uyuyan adama bir şey söylemedi. Elindeki kırbacıyla ona şiddetlice birkaç kere vurdu. Uyuyan adam sıçrayarak uykusundan uyandı ve neye uğradığını şaşırdı. Güçlü kuvvetli bir adamın kendisini kırbaçladığını görünce, yattığı yerden kalkıp can havliyle kaçmaya başladı. Kaçarken soluğu bir elma ağacının altında aldı. Ağacın altına bir sürü çürük elmalar dökülmüştü. Eli kırbaçlı adam, peşinden gelip yetişti. Ona yerdeki elmaları göstererek:
-Çabuk bu çürük elmalardan ye! diye emretti.
Adamcağız, olup bitene bir anlam veremiyordu. Bir yandan, korkudan istemeye istemeye çürük elmaları yiyor, bir yandan da eli kırbaçlı adama yalvarıyordu:
-Beyim, ben sana ne yaptım? Dinsiz, imansızlar bile suçsuz günahsız yere kimseye böyle bir zulmü, böyle bir cefayı reva görmezler! Ben, seni hiç tanımıyorum! Ömrümde bir defa bile görmüşlüğüm yok! Sen, nereden çıktın benim karşıma? Sana çattığım saat ne uğursuz saatmiş! Benden ne istiyorsun? Bana ne kastın var? Yeter artık! Eğer niyetin beni öldürmekse, çek kılıcını da vur boynumu! Canıma kıyacaksan kıy, kanımı dökeceksen dök? Ne diye beni kırbaçlıyor, bana bu çürük elmaları yediriyorsun? Yarabbi, Sen bu zalimin cezasını ver!
Yalvarmaları kâr etmeyince bu sefer ona beddualar, lanetler, küfürler etmeye, ağzına geleni söylemeye başladı. Ağzından burnundan kanlar geliyor, fakat eli kırbaçlı adam bir türlü insafa gelmiyordu. Adamcağız arada bir:
-İmdaaaat! Buralarda bana yardım edecek bir Allah kulu yok mu! diye imdat çağrıları yapıyor, fakat sesini kimselere duyuramıyordu.
Akıllı adam, ona epeyce çürük elma yedirdikten sonra atına atladı ve zavallı adamı kırbaçlamaya devam ederek, ovaya doğru koşmasını emretti. Adam, kırbaç acısı ve atlının korkusuyla yel gibi koşmaya başladı. Hızla koşarken ayakları bazen birbirine dolaşıyor, bazen de bir yerlere takılıp tepe taklak yuvarlanıyor, yüzüstü yerlere kapaklanıyordu. Eli ayağı, yüzü gözü yara bere, kan revan içinde kalmıştı. Atlı adam, kırbacıyla arkadan hemen yetişince, çaresiz tekrar kalkıp koşmaya devam ediyordu.
Tok karna ve uyku sersemi olarak saatlerce koştuktan sonra nihayet adamcağızın safrası kabardı ve kusmaya başladı. Bütün yediklerini kusarken, yılan da ağzından dışarı çıktı. Adamcağız, ağzından çıkan iğrenç ve kocaman yılanı görünce, atlının kendisine bu eza cefayı niçin yaptığını anladı. Bütün dertlerini unuttu. O atlının elini ayağını öpmeye, ona dualar, teşekkürler etmeye, övgüler düzmeye başladı:
-Meğer sen ne kutlu, ne mübarek kimseymişsin? Beni gördüğün saat, benim için ne uğurlu bir saatmiş! Beni ölümden kurtardın? Sen, öz anaların tehlikedeki yavrularını kurtarmak için peşlerinden koşmaları gibi benim peşimden koşarken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum. Eşek sahibi, eşeği kurda kuşa yem olmasın, canavarlar onu paralamasın diye onun peşine düşer, eşek ise eşekliği yüzünden ondan kaçar. Ne mutlu senin yüzünü görene! Ne mutlu senin yanına ulaşana! Halbuki ben sana ne kötü, ne saçma şeyler söyledim. Fakat, o sözleri ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi. Bir parçacık olsun, bu durumu bilseydim, hiç böyle yakışıksız sözler söyler miydim? Ama sen de dolaylı yoldan bile olsa, olup biteni bana çıtlatsaydın olmaz mıydı? Hiçbir şey söylemeden, bana öfkelenmiş gibi görünerek birdenbire başıma vurmaya başladın. Benim zaten aklı kıt olan sersem kafam, daha da sersemleşti, akılsızlaştı. Ey yüzü de güzel, işi de güzel adam, ne olur beni affet! Aptallık ve delilikle söylediğim sözleri bağışla!
Akıllı adam:
-Eğer bunu sana azıcık bile çıtlatsaydım, derhal yüreğin buz keser, ödün patlardı. Eğer içinde yılan olduğunu bilseydin, ne elma yemeğe mecalin kalırdı, ne koşmaya, ne de kusmaya! Sen, bana sövüp saydıkça ben, sesimi çıkarmıyor, bir yandan atımı sürüyor, bir yandan da gizlice: ‘Yarabbi, işimi Sen kolaylaştır!’ diye dua ediyordum. Sebebi söylememe izin yoktu, ama seni de kendi haline bırakamazdım. Nitekim kendisine türlü eza ve cefalar eden kavmi için Peygamber Efendimiz de Allah’a: ‘Yarabbi, kavmime Sen doğru yolu göster! Çünkü onlar bilmiyorlar!’ diye yalvarıyordu. Yılandan bahsetseydim, korkudan oracıkta canın çıkıverirdi. Peygamberimiz buyurdu ki: ‘Canınızdaki düşmanı size olduğu gibi anlatsam, en yiğitlerinizin bile ödü patlardı. Ne yol yürümeye takatiniz kalır, ne bir işin kaydına, tasasına düşebilirdiniz! Kimsenin gönlünde niyaz etmeye, teninde oruç tutmaya ve namaz kılmaya kuvvet kalmazdı! Ne uyku uyuyabilirdiniz, ne yemek yiyebilirdiniz. Onun için ben sizi, bunu size açıkça söylemeden terbiye etmekte, yetiştirmekteyim!’
Derdinden kurtulan adam, akıllı kurtarıcısına minnet ve şükranlarını anlatacak söz bulamıyor:
-Ey yüce kişi! Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Ağzım dilim sana teşekkür etmekten aciz! Seni Allah en güzel şekilde mükafatlandırsın! Allah’tan hayırlar bulasın! diyordu.
İşte akıllıların düşmanlığı bu çeşittir. Akıllılardan bir cefa bile gelse, o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir. Onların zehirleri bile cana neşe verir. Peygamber: ‘Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir!’ buyurmuştur.
Erin avı merhamettir. İlaç, alemde dertten başka bir şey aramaz. Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa oraya akar. Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç, sarhoş ol! Tâ başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul, bir tek rahmete dalıp kalma, bir tek rahmete kani olma! Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al! Feleğin üstünden nağme seslerini duy!

1671 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Mustafa ATALAR

1955 yılında Trabzon Şalpazarı'nda doğdu. İlk öğrenimini Trabzon'da, orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1979 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye Bölümü’nden mezun oldu. 1980-1982 yılları arasında Almanya Köln Üniversitesi’nde Almanca Dil ve İktisadi Sosyal Bilimler Eğitimi aldı. 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müfettiş Yardımcısı olarak kamu görevine başladı ve bu Bakanlıkta çeşitli görevlerde bulundu. Halen Sayıştay Üyesi olarak görevini yürütmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir