HAZRETİ İSA İLE YOLDAŞI

Bir yolculuğu sırasında İsa Aleyhisselam’a ahmağın biri yoldaş olmuştu. Yolculuk sırasında adamın gözüne yol kenarındaki bir takım kemikler ilişti. Adam, Hazreti İsa’nın Allah’ın izniyle ölüleri dirilttiğini bildiği için:

-Değerli Yoldaşım! Ölüleri diriltmek için okuduğun şu mübarek İsm-i Azam Duasını, söylediğin o yüce adı bana da öğret! Ben de onları okuyup, Allah’ın izniyle bu kemiklere can vereyim, bir iyilikte de ben bulunmuş olayım! diye ona yalvarmaya başladı.

Hazreti İsa adama dedi ki:

-Sus! Bırak bu lafları! Bu senin işin değil. Zaten o duayı sana öğretsem bile, bu iş senin nefesinle, senin okumanla olmaz! Bunu okuyacak nefesin yağmurlardan daha arı duru olması, o nefes sahibinin de meleklerden daha üstün bir idrake sahip olması gerekir. Bak, senin elinde de bir sopa var ama, senin elinle Musa’nın eli aynı değil! İkisi arasında çok büyük fark var.

İsa, yerli yerince kullanmasını bilemez de başına olmadık işler açar diye İsmi Azam Duasını o ahmak adama öğretmek istemedi. Çünkü bu adamın bilgisi ve hali onu kullanmaya uygun değildi. Nice dualar da vardır ki, ziyanın, helak olmanın ta kendisidir. Yüce Allah, bizim böyle pek çok yersiz duamızı kereminden ve bize acıdığından kabul etmez. Öte yandan, arzu edlile sonucun elde edilebilmesi için, elle aletin birbirine uygun olması da şarttır. Yoksa elinden iş gelmeyen cahil, kalkıp alete kusur bulmaya başlar. Örneğin, kuyumcunun aletleri, kunduracının elinde bir işe yaramaz. Çiftçiye kunduracılık aletleri, kunduracıya da çiftçilik aletleri vermenin, itin önüne saman, eşeğin önüne kemik koymaktan ve bunları yemelerini beklemekten farkı yoktur. Sopa, Musa’nın elinde türlü mucizelerle peygamberliğine tanıklık ederken, sihirbazın elinde hiçbir işe yaramıyordu. Elle alet, taşla demire benzer. Taşla demir, uygun bir çift oluşturduklarından, birbirlerine vurunca ateş çıkar. Çifti olmayan, alete ihtiyacı olmayan tek varlık Yüceler Yücesi Allah’tır. Sayıda şüphe olabilir, fakat Allah’ta şüphe yoktur. İki diyenler, üç diyenler, daha fazla diyenler de sonunda bir Allah olduğunda mutlaka ittifak ederler. Şaşılık gidince hepsi birleşir, iki, üç diyenler de artık bir derler.

Hazreti İsa, adama isteği şeyin yersizliğini, hatta tehlikeli olabileceğini anlatmaya çalıştı. Ama o ahmak adam, bir türlü bunları anlamak istemiyor ve ısrarından da vazgeçmiyordu. Adam, Hazreti İsa’yı İsmi Azam Duasını kendisine öğretmesi için ikna edemeyeceğini anlayınca, tuttu başka bir teklif getirdi:

-Peki, madem benim sırlara kabiliyetim yok, öyleyse o yüce adı bu kemiklere sen oku da bu kemikler canlansın! İsa, adamın yersiz ısrarlarından iyice bunaldı:

-Yarabbi! Bunlar ne sırlardır? Bu adama nereden çattım? Bu ahmak, neden benimle böyle anlamsız bir tartışmaya girdi? Bu murdar herif, neden öz canının derdini, kendi ölüsünü bir yana attı da onu hiç ilgilendirmeyen bir yabancı ölüyü diriltmeye çalışıyor?

Allah, buyurdu ki:

-Herkes kendi tıynetine, kendi karakterine göre iş ve eylemlerde bulunur (Kur’an, 17. Sure (İsra), Ayet:84). Diken eken, o dikenlikte gül bahçesi aramamalıdır. Kimyası her şeyi bozup zehirleyen azgın kişi neye el atsa, onu da zehirleyip, yılan haline getirir. Eline gül alsa, diken olur, bir dosta varsa, o dost onun yüzünden yılan kesilir!

İsa, adamın ısrarlarından kurtulamayınca, o kemiklere İsmi Azam Duasını okudu. Kemikler Allah’ın hükmü ile derlenip toparlanarak bir araya geldi ve kocaman bir arslan dirilip ortaya çıktı. Arslan, dirilir dirilmez, hemen bir pençede adamın kafasını kopardı, beynini yere akıttı. Hazreti İsa, daha ne olup bittiğini anlayamadan arslan adamı öldürüvermişti.

İsa, arslana:

-Neden, onu derhal paraladın? diye sordu. Arslan:

-Çünkü senin canını çok sıkmış, lüzumsuz ısrarlarıyla seni perişan etmişti de ondan! dedi.

-O halde, niye diğer aslanlar gibi onu yemedin, kanını içmedin? diye sordu.

– Çünkü o benim rızkım değildi. Eğer benim dünyada rızkım kalmış olsaydı, zaten o rızık bitinceye kadar ölmez, ölüler arasına karışmazdım. Ben bu adamı yemek için değil, ona hak ettiği cezayı vermek için ve layığı bu olduğu için öldürdüm. Bu aptal adam, senin gibi bir abıhayatı bulmuşken, senden Allah’ın lütfuyle kendisini diriltmeni isteyecek yerde, hala köpek nefsini diriltme sevdasında, senin gibi gerçek dostlara düşmanlık peşindeydi. Bulduğu berrak sudan en güzel ve en uygun şekilde yararlanmak dururken, içine işemeye kalkan eşeğin layığı budur, dedi.

1832 Toplam Görüntüleme 2 Bugün

Mustafa ATALAR

1955 yılında Trabzon Şalpazarı'nda doğdu. İlk öğrenimini Trabzon'da, orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1979 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye Bölümü’nden mezun oldu. 1980-1982 yılları arasında Almanya Köln Üniversitesi’nde Almanca Dil ve İktisadi Sosyal Bilimler Eğitimi aldı. 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müfettiş Yardımcısı olarak kamu görevine başladı ve bu Bakanlıkta çeşitli görevlerde bulundu. Halen Sayıştay Üyesi olarak görevini yürütmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir