YENİDEN ÖVÜNMEK LAZIM

Henüz önemini kavrayamayacak kadar küçüktük. Büyük bir heyecan duyardık, evlerden getirdiğimiz kurutulmuş meyveler, çerezler, ev yapımı ürünleri masanın üzerine koyup ziyafet çekerdik hep birlikte. Hem bu zevki yaşayıp hem de çarşıdan satın alınmış, hepimizin evine nadir giren meyveleri getiren arkadaşlarımızı kıskanırdık. Ama Anamur muzunun tadına yan komşunun ikramı olarak bakmak da sonsuz bir doyum yaratırdı.
Öğretmenlerimiz bize o Yerli Malı Haftalarında övüne övüne Türkiye’nin kendi kendini besleyebilecek özelliğe sahip dünyanın 7 ülkesinden biri olduğunu anlatırlardı. Buğdayı, bakliyatı, şeker pancarı, meyvesi, eti, sütü kendine yetecek kadar üretebiliyordu Türkiye.
Bu özellikle övünülürken 70 cent’lere de muhtaç konumdaydık. Sattığımız ürünler yükte ağır pahada hafifti. Fındık, buğday satarak para kazanamazdık.Sanayileşmedikçe elin gavuruna mahkum yaşamaya devam ederdik.
Hepimiz Cumhuriyetin ilk yıllarında kiremit, toplu iğne üretemeyen ülke hikayelerini binlerce kez dinledik. Sonra yarım yamalak bir şeyler üretmeye başladık, artık sanayi malulleri üretilip ihraç eder hale geldik.
Türkiye 70 cent’e muhtaç değildi artık. Yıllık 100 milyar doları aşan ihracat yapabilir konumdaydı. Buna karşın ihracatın 1.5 iki katını ithalat yapsa da.
Bütün bunlar yaşanırken, en verimli tarım topraklarımızı, yükselen fabrika bacaları ile değiştik. Tarımda çalışan insanları karınlarını doyuramaz hale getirip topraklarını satmalarına, terk etmelerine neden olduk. Köylü nüfusu şehirleştirdik. Bu şehirleşme de şimdiki deyimle sanal olmaktan öteye gidemedi. İstanbul’a yerleşip, denizi bile görmeyen şehirde yaşayan, amele pazarında buldukları işlerle karın doyurmaya çalışan büyük bir kitle yarattık.
İstanbul başta olmak üzere Büyükşehirlerdeki kapkaç ve hırsızlık gibi suçlardaki artış, ortaya çıkan tablonun vahametini anlatmak için fazla söze gerek bırakmıyor.
Köylüleri sanal da olsa şehirlileştirdik de köyde kalanları ne yaptık? O tablo şehirlerdeki durumdan farklı değil. Üstelik, ortaya çıkan tablo daha geniş kitleleri ilgilendiriyor. Köyde kalanlara Dünya Bankası’nın da ‘aklı’yla, devlet eliyle çiftçiyi besleme mekanizması yarattık. Çiftçiye ekse de ekmese de sahip olduğu tarla için dekar başına devlet ödeme yapmaya başladı. Üstelik bize bunu empoze eden Dünya Bankası’nın, ‘balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek” düsturunu kulak tıkayarak, önerisini tek doğruymuş gibi kabul ederek uygulamaya koyduk. kendi kaynaklarını üretime yönelik kullandırırken, biz kendi kaynağımızı hovardaca savurduk.
Bu sistemin de katkısıyla ürününü satacak pazar bulamayan, maliyetini bile karşılayamayan, cepten yiyen köylü, üretici konumdan çıkartılarak tüketici haline getirildi. Anadolu, buğday değil boş tarlalar ile doldu.
Yılların ihmaline, bilinçli tarıma geçilememesi, insan kaynaklarını iyi değerlendirememesi de eklenince zaten uzun bir süredir kendi kendini besleyebilme özelliğini kaybetmişti, Türkiye.
Aklımızı başımıza getiren, ya da getirmiş gibi gözüken Küresel Isınma oldu. O da olmasa, bugün pirinci bulamayan Türkiye’nin yarın bulguru da bulamaz hale geleceğini anlamayacaktık.

903 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Hanife ŞENYÜZ

1961 yılında Yozgat’ta doğdu. 1982 yılında Gazi Ünversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’ndan mezun oldu. Aynı yıl Akdeniz Haber Ajansı’nda gazetecilik yaşamına adım attı. Sırasıyla Dünya Gazetesi, Ekonomist Dergisi, Radikal Gazetesi ve Taraf Gazetesinde ekonomi muhabiri olarak çalıştı. Meslek yaşamına şimdilik nokta koydu, noktadan sonra başlayan cümlelerin daha keyifli kurulacağı umuduyla...

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir