BÜLBÜLLER DÜĞÜN EYLER

SAKARYA TÜRKÜSÜ MAKAMINDAN BÜLBÜLLER DÜĞÜN EYLER MAKAMINA

(umre notları)

İdari yargı süreci oldukça uzadı, hatta sıkıcı olmaya  başladı, idarelerin defolarından birisi de memurlarıyla baştan oturup konuşmak yerine onları yargının önüne koymak… yargılama ayrı bir şey kuşkusuz, ama idari takdirde daha elverişli yollar yok mudur, her neyse, şu anda Dışişleri’nde önemli görevde bulunan bir dostumuzun son derece nazik jestiyle bir vize elde ettim, ucuz bilet bulma yolunda elimden gelen gayreti sarfettim ve eşimle birlikte Mübarek Ramazan ayının ilk dokuz gününü kutsal topraklarda geçirmek nasip oldu.

Cidde’ye indiğimde gece yarısıydı, ortam sıcak ve nemliydi, taksiciler etrafımı çevirmişti, Harem…Harem…

Yeni  yerler görmek, farklı kültürler ve uygarlıklarla tanışmak insana her zaman heyecan verir, insanoğlunun tabiatında var bu arzu, yaşadığımız coğrafyanın dışında farklı yerler de var, üstelik gezen tilkinin daha takdire şayan olduğuna dair ata sözlerimiz var, durmak zaten bizim kitabımızda önerilmez, dahası yasaklanır, her gün yeni bir şey üretmeyen, kendine ve çevresine ilave katma değer getirmeyen, bundan kaçınan, yeteneklerini kullanmayan insanlar hem kendileri için, hem toplum için zarardır, onlar başkalarının çabalarına ortak olurlar. Hem üretilecek, hem paylaşılacak, bu böyle, toplum olarak gezme konusunda biraz özürlü olduğumuz söylenebilir, bunun için bazı gerekçeler de öne sürülebilir, ancak neticede Evliya Çelebi’nin (hem Evliya, hem Çelebi mi acaba)  torunları olarak genlerimizde bir takım kodlar körelmiş olmalı ki, az geziyoruz, az yürüyoruz, üstüne üslük yağlı tuzlu yiyecekler de çok yiyoruz.

bulbuller_dugun_eyler_02
Kabe

Seksen kilometrelik yolda hızla ilerlerken Allah’ın evine, Beytullah’a daha da yaklaştığımız düşüncesi bir gerilim yaratıyor, heyecan artıyor, burada yabancılık olmaz diye düşünüyorum, kendi evine geliyormuş gibi düşün, Beyt-i Halil de, Beyt-i Celil de burası, neden yabancı sayılalım, şayet kendimize yabancı değilsek…

Mübarek Mekke şehri dağların ortasında, orta kısmi oldukça çukurda, bu haliyle şehri bir çanağa benzetirsek, etrafında dağlar, hatta yalçın kayalıklar, arada vadiler var. Şehre iyice yaklaştığımızda, parlak ışıkların havaya yükseldiği yere bakarak, herhalde orası diye düşünüyorsun, her halde ilk defa da gidilse, defalarca da gidilse bu duygu değişmez, hatta ziyadeleşir, işte o an denebilecek bir heyecan…Çoğu zaman görmek yerine tahayyül etmek daha heyecan vericidir ve kanaatimce daha çok mesafe alınabilir bu yolla.Sonuçta görmek de beş hasletimizden birisi.

Taksici hangi otele gideceğimi sordu, dedim sen beni merkezi bir yerde bırak, Mesfele denilen semt üzerinde ana caddede indim, aslında yol kapalı veya kesilmiş olmasaydı, doğrudan Beytullah’ın önünde bırakılacaktım. Etrafıma baktım, derin bir nefes aldım, bu farklı bir şehir kokusu,zaten her şehrin kokusu farklıdır, İstanbul da öyle. Sabah namazı vakti yaklaşmakta olduğu için insanlar aşağı yöne doğru akmaya başlamışlardı, henüz erkendi ama, hareket başlamıştı ve bu harekete otomobil gürültüleri, çevredeki inşaat ve hafriyatlardan kaynaklanan iş makinaları gürültüleri, tozlar, kızartma kokuları, vs,vs karışıyor ve ben bakınıyorum, etrafta bir sürü otel, yüksek, sık ve düşük mimarili yapılar, birkaç tanesine sordum, o arada Türklerden birisi, karşıda Diyanet’in oteli var dedi, ortalık her yer bizim Türkler, bir çok otel de Diyanet tarafından kiralanmış, karşıdaki Bedir Otel’e yerleştim, iki kişilik oda kahvaltı dahil gecelik 300 Riyal. Diyanet bütün teşkilatıyla burada.

İşte şimdi kronometreyi kurabiliriz, aşağı yöne hareket eden insanların arasına karış ve yaklaşık 10-15 dakika (üzerimde saat yok, zaten saatin anlamı da yok) yürü, kalabalıkta kendi içinde misin, dışında mısın, yürüyor musun, yüzüyor musun…

Taklit etmeden tahkike ulaşmak mümkün değil, işin esasına taklit ede ede ulaşılabiliyor. Şartlarında sayıldığı şekliyle tavafı, Hz. Hacer validemizin su aramasından mülhem say’ı taklit ettik, kana kana birkaç bardak Zemzem suyu içtim. Dönüp siyah örtülü köşegen yapıyı seyrederken oh bee dedim. Anlatılması gayrı-kabil ne zevk. Tavaf sırasında envai çeşit yakarış şeklini görmek mümkün, işimiz başkalarının meşguliyetiyle meşgul olmak değil kuşkusuz da burada satırlara dökme noktasından gözümüze çarpan şekiller, açıktan dualar, kendi dilinde dualar, toplu okuyuş ve tekrarlar, matbu metinler, vb. İçinden kendi dünyasında turu sürdürenler hangi duaları ediyor acaba, nerelere gidip, nerelere mektup yazıyorlar, neyi arz-u hal ediyorlar. Ben lafza-i celal ile tavafı sürdürdüm, bilmiyorum, öyle…Hatırıma yüzlerce arkadaş, eş-dost akraba, üstad geliyor, bir şekilde isimleri düşüyor, hepsine iyi dileklerde bulundum.

bulbuller_dugun_eyler_01
Cebel-i Nur

Yarın Ramazan başlayacak mı diye bir soru dönüyor, şayet öyle olacaksa akşama teravih namazı var, ancak akşama kadar yarın için öyle bir karar çıkmadı, o zaman bize de onbir ayın son günlerinin tadını çıkarmak düşer.Böyle bir ara boşlukta Cebel-i Nur dağına çıkmayı önerebilirim. Peygamber Efendimizin defalarca, yüzlerce kez tırmandığı, kaldığı, çıkarken de,inerken de muhtemelen tarifsiz haller  yaşadığı bu dağa tırmanmaktan kaçınmak zaten kimsenin gündeminde yok da, mademki her işten bir zevk, bir gıda almayı murat ediyorsak, en uygun tırmanma saati sabah namazından hemen sonra olabilir.Namaz işini bitirince acilen bir taksiye atlayıp, -grubu beklemeden, burası önemli, grubun toplanmasını beklemeden, zira toplama çıkarma işleri zordur- dağın eteğinde ininiz. Bu bir. İki: yavaş yavaş tırmanma şeridine giriniz, yanınıza yeterince su alınız, terlikle gelmeyiniz, fazla yükseğe bakmayınız, gözünüzün yükseklerde olmadığını, gönlünüzün de alçaklarda olduğunu, zalim nefsinizin de ayaklar altında olduğunu biliyorum. Hem kayalara tutun, hem kaymamaya çalış, zor iş ama, işin kıymeti zorluğunda, çıkarken ve inerken mütayitler var yolda, inşaat mütayitleri, onları görmek iyi olur, bütün hayatları mütayitlik, yol yapıyorlar. Çıktıktan sonra görüşelim, daha fazla ilerlemeyin, oradan seyredin lütfen ve fazla sevap hesabına girmeyin, o fotoğrafları burada basmak istemem, netice olarak oradan ilerisi bana göre değil; duy, yaşa ve hissetmeye çalış, dönüşü yani inişi çok zevkli, dağcılık veya tırmanma bilgisi olanlar için zor değil. Aşağıya inerken, yükselen güneş ve artan suhunetle  birlikte yeni tırmanmaya başlayan o grup üyelerimiz vardı ya onları görürsün.

Yatsı ile birlikte ikibuçuk saat sürecek bir kıyam, kıraat, rüku, sücud…buradan bakınca ne kadar uzun denilebilir, ancak orada yapılan ve yapılacak tüm işler zaten bunlar. Açıkçası önce meseleye matematik hesabıyla bakmıştım, ikinci ve devam eden günlerde fikrim tamamen değişti, bu bir algı işi dedim, zevk, idrak ve seyr…Onuncu rekatta kısa bir ara ve imam değişimi, makam ve kıraat değişikliğiyle her gün bir cüz, hatta biraz fazla. Vitr namazında başta Ağla, sonra Tebbet ve Fatiha sureleri standart, ardından 15-20 dakika süren uzun bir dua… Mekke imamları ile bu iş Sakarya  Türküsü kıvamında…

Gitmek mi zor kalmak mı…

Teravih bitince ortalık tam bir festival alanı. Taksicier, otobüsler, çığırtkanlar, dükkanların önündeki hareketlilik içinde Medine, Medine diye bağıran esmer adamın otobüsüne bindirildik, bir bakıma kendimizi otobüste bulduk, yolcu kıymetli, en arkaya kadar ilerledik, otobüs tam dolu, üstten zaman zaman sular damlıyordu ya önemli değil, madem bu işin zevkine talipsin, fazla detaya takılma, kendini sal ve şimdi çok farklı bir ev’den bambaşka farklı bir ev’e yöneldiğini düşün. Otobüs dışardan ve içerden güven telkin etmese de toplam 5 saat içinde düzenli bir sürüşle bizi Münevver Medine’ye ulaştırmayı başardı. Hatta bize göre ikram olan bir işi daha yaptı, sabah namazı için Kuba Mescidi’nde durdu, gönlümüzden geçen de buydu, Buralarda bir ‘tarih’ aramak, bir ‘nostalji’ aramak beyhude, ancak bunu kendi içinde yaşatıp çoğaltmak serbest. Hurma dallarından yapılan ilk Mescidi bulmak imkansız ama,işte burada Mübarek şehre girmeden konaklanmıştı, yerli halk (Ensar) burada Misafirleri karşılamıştı ve nice sefer ve gazvelerin durağı burası idi. Bu yüzden bir çok övgüye mahzar bu mekandan yeni bir hamle ile destur alıp düzenli, düzgün, sakin yol ve yapılar arasından yeşillikler içinde 10-15 dakika sonra ayrı bir atmosferin içindeyiz.

Gurfe (oda) ister misiniz diyenlerle fazla meşgul olmadan iki cadde yürüyerek Mübarek Ravza’nın dış sınırlarına geldik, cadde üzerindeki oldukça lüks otellerin bazılarına girip çıktım, marka oteller de hem fiyat olarak, hem doluluk açısından müsaittiler, El-Taibe Commercial Center arkasındaki Cevherat Fayrouz Otel resepsiyon görevlisi Faiz’in neşeli ve nüktedan  tavırlarının da etkisiyle gecelik iki kişilik oda 175 Riyal’e anlaştık, toplam net üç gecemiz olacak, çok kıymetli üç gece… Otellerdeki bu müsaitlik ve pazarlık imkanı çoklarını şaşırtıyor olabilir, belki bu sene biraz da böyle, İran’dan ve Mısır’dan sağlık ve başka nedenlerle kısıtlamalar yüzünden fazla izdiham yok, bu yüzden aslan Türkler heryerde… Umrecilerin ortalama yüzde ellisini Türkler teşkil ediyor desek yanıltıcı olmaz. Bizim otelde ağırlıklı olarak Malezyalılar vardı.

Ortalık sakin, giderek de sakinleşiyor, dükkanların çoğu kapalı ve esnaf en düşük devirde kapı önlerinde, yine de her geçenle ilgileniyor,

Ziyaret,

Ziyaret,

‘Ben geldim’ mi diyeceğiz, ne diyeceğiz, kapıyı nasıl vuracağız, ayakkabılarımızı nasıl tutacağız, nefesimizi ve heyecanımızı… ‘Falan zatın selamıyla mı geldim, diyeceğiz, bir çok Müslüman kardeşlerimizin yaptığı gibi uzun, manzum ve veciz dualarla salavatlarla mı yaklaşacağız, ya kalbimiz yerinden çıkarsa, bu yüzden sağ elini göğsünün üstüne bastırmayı görmüştün ya, Efendimizin mübarek ismi anıldığında…

…sakın terk-i edebden de, nasıl sakınalım, edeb sınırları nerede başlar, neleri yaparsak veya yapmazsak edepsizlik olur, Sufilerin çoğu diyordu ki edebi de ortadan kaldır, bunu anlamak için çok ekmek yemek gerekiyormuş, dal ve çık, dur ve kalk, yokuş aşağı inerken kayma tehlikesine karşı dikkatli ol, her daim sağını, solunu, önünü, arkanı kolla, sen aşık olmuş muydun, şu ürkek halin, başını hafifçe kaldırışın, saniyeler süren bakışın, heyecan ve nefes darlığın, İncek ile burası arasındaki açı farkı Erzincan’da sıfırlanıyor. Yani oradan tam güney, şimdi biraz hızlan gülüm…işte böyle, çok tekrarla, her an… hiç unutmadan… iki direk arasında bile… dal ve çık… mütemadiyen…

Ziyaret saatlerini öğrendikten sonra, etrafından önce bir dolaşalım: müstesna yeşil kubbenin yanından ve önünden.

Huzurdan geçerken neler yaşandı, dilimize ve kalbimize neler düştü, nihayetsiz selamlar, salavatlar, uğultularla ve gözyaşlarıyla karışık zaman hesabıyla kısa süren  bir karşılaşma,: ben de geldim demeye hacet var mı?

İftarlar: otuz ramazanın en zevkli anları: önünde duran nimetlere topluca uzanış, hurma, yoğurt, meyva gibi şeyler, bazen tavuklu pilav. Ondört saatlik açlık yaklaşık on dakikada körlenecek, o güzelim manzaralı sergiler süratle toplanacak, bu arada gelişen hobim şu: süratle kalan hurmaları toplamak, ama çok süratli, yoksa hepsi sergilerle birlikte kaldırılıyor ve çöp arabalarına. Mekke’de de, Medine’de de ortalık süratle temizleniyor, pırıl pırıl oluyor, bu işlem çoğunluk Pakistan’lı işçiler tarafından müzikal ve ritmik bir şekilde yapılıyor.

Uhud: Hz. Hazma ve 75 arkadaşı: ziyarette hem zevk hem hüzün. Bu yüzden birkaç kez gittik.Uzun uzun vakit geçirdik. Akabinde kitaplarda yazan diğer ziyaret yerleri. Cennet-ül Baki’ye bakmamak olmaz… ziyaretin kısıtlı olması onların meselesi, belki yönetmesi zor, uzunca bir yürüyüşle arka yönden, demir parmaklıklardan geniş kabristanı izleyebilirsiniz: sahabiler, halifeler, ehl-i beyt hep burada… öyküleri hafızamızda.

Zaman zaman tavsiye sorarlar ya, biz de bilgiçlikle sorana söyleriz: Öyle bir soru sorulsa şunu derdim: Çok az da olsa tecvid kurallarını öğreniniz, gelmeden önce de bir göz atsanız yeter: Bilenlerle işimiz yok, saygı duyarız, neden tecvid: İşte Kur’an okumak budur, böyle bir şeydir: stereo bir yayın gibi, Medine imamından dökülen vurgular, nunlar, sükunlar… İki saat bıkmadan dinle ve keyfini çıkar: Sonra görüşelim, azizim; bülbüller düğün eyler makamı bu, işte bu serinlik vesselam.

Beğendiğimiz bir hurma alalım, Zem Zem suyumuzu temin etmiştik, üçüncü teravihten sonra bir taksi tutalım, 50-60 Riyal isteyen var, 20 Riyal’e bir genç tamam dedi:Havaalanı. 10-15 tane genç alanda, ikisini dün iftarda görmüştüm, Altınoluk dergisi ile ilintili bir program yapmışlar, üniversite talebeleri, tesadüf onların sofrasına konuk olmuşum, bir çok kolumuzdan çekiştiren sofra sahipleri arasında. Ne kadar nezih çocuklar, üstelik becerikliler…girişimciliğin önemini paylaşarak biniş kartlarımızı aldık, pasaporta çıkış damgası basılınca üzülür müsün : Sahi şimdi çıktık mı, bu rüya bitti mi…

Bir Makamdan bir Makama…

1662 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

İhsan Solmaz

1956 yılında Ankara Çamlıdere'de doğdu. 1980 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olduktan sonra T.C. Trablus Büyükelçiliğinde Sözleşmeli Memur olarak çalışmaya başladı. 1985 yılında 10 ay ABD/Boston, Simon’s College ‘de eğitim aldı. Çeşitli özel ve kamu sektörü işyerlerinde ve KOSGEB’de çalıştı. Siyasallılar Vakfı Kurucu Üyesi ve Mütevelli Heyet Üyesi olup, uzun süre Başkanlık görevinde bulundu.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir