İBRET ALABİLMEK

Bir arslan, bir kurt bir de tilki arkadaş oldular. Üçü beraberce birbirlerine yardım ederek avlanacaklardı. Arslan, onlarla beraber ortaklık kurarak avlanmaktan utanmaktaysa da yine de onları hoş tuttu. Onlarla yoldaşlığı kabul etti. Avlanmak için onlara hiçbir ihtiyacının olmamasına, avda bunların kendisine yardımdan çok yük ve sıkıntı olacaklarını bilemesine rağmen ‘Topluluk rahmettir!’ diyerek onları da yanına aldı.

Peygamber Efendimizin reyine, tedbirine eş, hiçbir rey ve tedbir bulunmadığı halde, Cenab-ı Hakk ona bile: ‘Onlarla istişare et, danış! (Kur’an, 3. Sure (Al-i İmran), Ayet:159)’ buyurarak ashabı ile istişare etmeyi emretti. Hazreti Ömer, peygamberimizin vefatının ardından ağlarken onun tevazuunu şöyle anlatıyordu: ‘Anam babam sana feda olsun Yâ Rasûlallah! Eğer sen, sadece emsalinle oturup kalkacak olsaydın, hiç birimiz senin şerefli sohbetinle müşerref olamaz, senin yanında oturamazdık. Eğer emsalinden başkasıyla evlenmeyecek olsaydın, bizlerden kız alıp evlenmezdin. Eğer emsalinden başkası ile yiyip içmeyecek olsaydın, bizimle aynı sofrada oturup, yiyip içmezdin. Halbuki Allah’a yemin ederim ki sen, bizimle beraber oturup kalktın, yedin içtin, bizimle hem sohbet ettin, hem şakalaştın, hem de bizlerden kız alıp evlendin. Tevazuundan kalın ve kaba kumaşlardan elbiseler giydin, merkebe bindin, başkasıyla aynı bineğe binip terkine ve arkana adam aldın, toprak üstünde, yerde oturdun. (İhyâu Ulumi’d’dîn, İmamı Gazali, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1974, C I, s. 895-896)

Altın tartarken bazen terazinin öbür kefesine ölçü birimi olarak arpa da koyarlar. Fakat bundan, arpayla altının aynı değerde olduğu anlamı çıkmaz. Ruhla beden de şimdilik yoldaş olmuşlardır. Ama sonunda ayrılacaklar.

Kurtla tilki, kudretli, şevketli, aslanın maiyetinde dağa doğru avlanmaya gittiler. İşleri de rast gitti, kısa zamanda bir yaban öküzü, bir yaban keçisi, bir de semiz tavşan avladılar. Böyle güçlü ve değerli birinin maiyetinde bulunanın rızkı tabii ki gece gündüz eksik olmaz! Kan revan içindeki avlarını çeke çeke dağdan ormanın kuytu bir köşesine getirdiler. Kurtla tilki, büyük bir aç gözlülükle, bu avlardan kendilerine düşen payın bir an önce verilmesini beklemeye, bunların aralarında adil bir şekilde paylaşılıp paylaşılmayacağı hususunda endişelenmeye başladılar.
Aslan onların vesveselerini, tamahlarını, kendisine olan güvensizliklerini anladı. Hakkında böyle hasisçe zanlara düşmeleri, canını sıktıysa da belli etmedi. Kendi kendine: ‘Sizi yoksul pintiler sizi! Her şeye benimle ve benim sayemde sahip olabildiğiniz, bensiz bir hiç olduğunuz halde, bir de benim hakkımda böyle kötü düşünceler besliyorsunuz ha! Ben size gösteririm! Zaten sizin gibilerin kafasını koparmaz, sizin ayıbınızdan dünyayı temizlemezsem hata ederim! Size öyle bir iş yapacağım ki, dünya durdukça söylenecek!’ diye düşündü. Ama ayıplarını yüzlerine vurmadı. Onlara gülümsemesine devam etti.

Çoğumuzu sarhoş ve mağrur eden dünya malı da, Allah’ın gülümsemeleridir. Dünya malına aldananlar, sonunda perişan olmuşlardır.

Aslan kurda:
-Ey kurt, gel! Benim yerime, şunları aramızda adaletle sen paylaştır! Ben de seni daha iyi tanımış, gerçekte ne olduğunu anlamış olayım! dedi.

Kurt:
-Padişahım! Yaban öküzü senin payın. Avladıklarımızın büyüğü o. Sen de hepimizden daha iri ve çevik olduğun için sana yaraşır. Keçi ise orta irilikte; onun için bana münasip. Tilki, sen de tavşanı al, o da tam sana göre, deyince aslan gazaba geldi:

-Vay, vay, vay! Ey kurt, sen kim oluyorsun da benden pay istiyorsun? Sen benim huzurumda kendinde bir varlık görüyor, kendini bir şey sanıyorsun, benlik davası güdüyorsun öyle mi? Mademki sen benim huzurumda kendi varlığından geçip yok olmadın, şimdi seni yok etmek, boynunu vurmak benim boynuma borç oldu? Ey kendini beğenmiş eşek, yanaş bakayım! diye kükreyerek bir pençede kurdun işini bitirdi.

Benden, bizden dem vuran kapıdan kovulur. Birisi, ziyarete geldiği bir dostunun kapısını çalmıştı. Dostu içeriden sordu :

– Kim o, kapıyı çalan? Kapıdaki:
– Benim! diye cevap verdi. Dostu:
-Öyleyse git, ben yabancıları kabul edemem! Bu sofrada ham kişilere yer yok! Ham kişiyi ancak ayrılık ateşi pişirir, nifaktan kurtarır! dedi.

Adamcağız gitti. Tam bir yıl dostunun ayrılığı ile yanıp yakıldı, iyice pişti. Bir yıl sonra dönüp, aynı kapıya geldi. Bu sefer de ağzından edebe aykırı bir söz çıkmasın diye, dostunun evinin etrafında günlerce dolaştıktan sonra korku ve edeple kapıyı çaldı.

Dostu:
-Kim o? deyince bu sefer sevgiyle:

-Sevgili dostum, aziz gönüldaşım, bu kapıdaki de sensin! diye cevap verdi.

Dostu:
-Madem ki sen bensin, madem ki arada ayrılık gayrılık kalmadı, öyleyse ey ben olan, gir içeri! Ev dar, iki kişi sığmıyor da, onun için yabancıları kabul etmiyorum! dedi.

İğneye geçirilecek iplik, iki ayrı iplik olursa girmez, fakat bükülür tek kat haline gelirse ancak girer.

Aslan, iki baş, iki üstünlük olmasın diye kurdun başını kopardı. Sonra yüzünü tilkiye dönüp:
-Haydi, bunları yememiz için, sen pay et bakalım! dedi. Tilki, aslanın önünde saygıyla eğilip:

-Padişahım, bu semiz öküz senin kuşluk yemeğin olsun! Keçiden de gün ortasında ağzınıza layık bir yahni olur. Pek mütevazı ama, tavşan da lütuf ve kerem sahibi padişahımın akşam çerezidir, dedi.

Aslan:
-Ey tilki, çok güzel ve adaletli bir şekilde pay ettin! Sen böyle pay etmeyi kimden öğrendin? diye sordu.

Tilki, yerde kanlar içinde yatan kurdu göstererek:
-Padişahım, kurdun halinden öğrendim, dedi.

Aslan da:
-Madem ki sen bizim üstünlüğümüzü kabul ettin, önümüzde kendine varlık tanımadın, taksimi de ona göre yapıp, biz oldun! Öyleyse, bu avların üçünü de al, üçü de senin olsun! Sen, biz olduktan sonra, artık ben seni nasıl incitebilirim! Kurttan ibret aldığın için yüceldin. Sen, artık benim gözümde tilki değil, aslansın! dedi.

Akıllı kişi, başkalarının başına gelen belâlardan, musibetlerden, kötü sonlardan ibret alandır.

Tilki: ‘İyi ki aslan, bu pay etme işini, bana kurttan sonra teklif etti! Eğer önce bana teklif etseydi, ben de ondan canımı kolay kolay kurtaramazdım!’ diye binlerce şükürde bulundu.

Şu halde, Allah’ın bize şu büyük lütfuna, keremine bakın ki, bizi ahir zaman toplumu kıldı. Zamanların sonuncusu, ilk devirlerden daha üstündür. Hadiste ‘Ahirûnes Sabikûn’ ‘Sondan gelip öne geçenler’ denmektedir. Hattâ rivayet olunur ki, Yüce Allah, Hazreti Musa’ya, Hazreti Muhammed devrinin ve ümmetinin parlaklığını, üstünlüğünü, o devirdeki tecellilerini, lütuflarını, ihsanlarını gösterdi de Hazreti Musa o devre hayran kalıp:‘Ya Rabbi! O ne büyük rahmet devri. O devir, rahmetten de ileri. Senin o devirde ne büyük tecellilerin var. Ne olur, Musa kulunu da denizlere daldır veya bir şekilde gizle de Ahmet’in o parlak devrinde yeniden ortaya çıkar, tekrar dünyaya gönder!’ diye yalvardı. Allah buyurdu ki: Ben, o devri sana keremimin, cömertliğimin büyüklüğünü, yüceliğini göresin, bilesin diye gösterdim. Sen o devirden uzaksın. Onun için ayağını o yoldan çek! Çünkü iklim uzundur. Ben, gerçek kerem sahibiyim. Kullarıma, nimetlerimi tanıyıp istesinler, o nimetlere heveslenip ağlasınlar, diye nimetlerimi böyle gösteririm. Candan ve gönülden dileyip istediğin bütün keremleri, ihsanları da sana Ben gösterdim de sen ondan sonra bunları isteyebildin. Ben gizli bir rahmet hazinesiyim. Ben, hidayet nasip ettiğim Muhammed ümmetini, ‘İnsanların iyiliği için iyiliği teşvik eden, kötülüğe engel olan, Allah’a inanan, en hayırlı ümmet olarak ortaya çıkardım (Kur’an, 3. Sure (Âl-i İmrân), Ayet:110).’ buyurdu.

Merhamet sahibi Rabbimizin bizi Nuh, Hud, Ad, Semud kavimleri gibi bizden önce yaşayıp helak olmuş yüzlerce milletten, toplumdan, kavimden sonra dünyaya getirmiş olmasına, üstelik bunların niçin ve nasıl helake ve Allah’ın gazabına uğradıklarını bize apaçık bildirmiş olmasına ne kadar şükretsek azdır! Biz korkalım, ibret alalım diye işledikleri suçlar yüzünden Allah, onları kahretti. Ya aksi olsaydı, o zaman bizim halimiz ne olurdu? Böylelikle kurdun halinden ibret alıp canını kurtarabilen tilki gibi, biz de helak olmayı hak etmiş eski milletlerin halinden ibret alarak, Allah’ın inayetiyle onların akıbetine uğramaktan kendimizi koruyabiliriz.

Bu yüzden doğru sözlü Peygamber bize ‘Ümmet-i Merhûme’, ‘Acınmış Ümmet’ adını taktı. Eğer hâlâ anlamsız gurur ve kibri bırakmayıp, eski zalimlerin sonundan ibret almamakta ayak diretenler olursa, onların azgınlıklarının acı sonuçları da başkalarına ibret olur.

Allah, ‘Yeryüzünde gezin dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu görün! (Kur’an, 6. Sure (En’am), Ayet:11) buyuruyor. Eğer sen de dünyayı çok gezip dolaştığın halde, ibret nazarıyla gezip dolaşmadıysan, peygamberleri yalanlayanların başlarına neler geldiğini göremediysen, öyleyse senin bu gezip dolaşmaların olmamış demektir. Demek ki, sen o seyir ve dolaşmaları ibret için ve Allah için yapmamışsın! Sen daha önce dünyayı aylaklık, eğlence, boşa zaman geçirme, yeme içme, alışveriş gibi sana perde olan başka amaçlar için gezip dolaştığından, esas görmen gerekenleri görememişsin. Zaten, kalabalık bir çarşı veya pazarda ciddiyetle birini arıyorsan, başkalarını göremezsin. Görsen bile oradaki halk, sana hayal gibi görünür, bir anlam ifade etmez. Çık, dünyayı bir de ibret nazarıyla ve Allah’ın ‘Gezin, dolaşın!’ emrini yerine getirmek amacıyla yeniden gez, dolaş!

‘Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah, (aynı şekilde) sonraki yaratmayı, ahiret hayatını da yaratacaktır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter (Kur’an, 29. Sure (Ankebut) Ayet:20). Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin, dolaşın da (Allah’ın ayetlerini) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün (Kur’an, 3. Sure (Âl-i İmran) Ayet:137). Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Oysa onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde, ne de yerde Allah’ı aciz bırakacak bir güç vardır. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir (Kur’an, 35. Sure (Fatır), Ayet:44). Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görmediler mi? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri yönünden bunlardan daha da üstündüler. Böyleyken Allah, günahları yüzünden onları yakaladı. Onları Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse olmadı. Bunun sebebi ise, peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirdikleri halde; inkar etmeleriydi. Bu yüzden Allah da onları tutup yakalayıverdi. Şüphesiz O güçlüdür, cezası da çok şiddetlidir (Kur’an, 40. Sûre (Mü’min). Ayet: 21-22) Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi (Kur’an, 44. Sûre (Duhan) Ayet:29).’

Sen ne haldeysen dünyayı da öyle görür, öyle düşünürsün. Sen azgınsan, bütün alemi de kendi vasfına uygun olarak azgın bir halde görürsün. Kendi etrafında dönersen, başın döner, ev de gözüne dönüyor görünür. Gemi yolculuğu yaparken, deniz kıyısındaki ağaçları, binaları da koşup yürüyor görürsün. Gönlün daraldığında bütün dünyayı da daralmış görürsün.

Nice kişiler, ta Irak’a, Şam’a kadar giderler de kafirlikten, münafıklıktan başka bir şey göremezler. Nice kişiler de, Hindistan’a, Herat’a, çok daha uzak diyarlara kadar giderler de oralarda alış verişten başka bir şey göremezler. Çok kişiler, Türkistan’a, Çin’e veya dünyanın bilmem neresine kadar giderler de, oralarda, hileden, düzenden, tuzaktan başka bir şey göremezler. Gezip dolaşan, eğer renkten, kokudan başka bir şey göremiyorsa, varsın bütün ülkeleri bir bir gezsin dolaşsın, arasın dursun neye yarar. Öküz’ün yolu, Bağdat’a düşse de bütün şehri bir baştan öbür başa gezip dolaşsa, onca güzelliği, hoşluğu, tadı tuzu, zevki sefayı görmez de, gider sağa sola saçılıp dökülmüş karpuz kabuklarını, samanları, orada burada yol kenarlarında bitmiş otları, çayır çimeni görür, onların seyrine dalar, her şeyi bırakır da onlara yönelir.

Bu zamanede diyar diyar dolaşan, yerleri ölçen biziz.
Şehirden şehre göçerek şehirleri süsleyen yolcu biziz.
Engin denizlerde yolunu kaybetmiş gemiye dönmüşüz.
Her gün bir menzilde, her gece bir konakta bulunuruz.

1114 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Mustafa ATALAR

1955 yılında Trabzon Şalpazarı'nda doğdu. İlk öğrenimini Trabzon'da, orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1979 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye Bölümü’nden mezun oldu. 1980-1982 yılları arasında Almanya Köln Üniversitesi’nde Almanca Dil ve İktisadi Sosyal Bilimler Eğitimi aldı. 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müfettiş Yardımcısı olarak kamu görevine başladı ve bu Bakanlıkta çeşitli görevlerde bulundu. Halen Sayıştay Üyesi olarak görevini yürütmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir