TOPLULUKTAN AYRILMAK

Bir bağ sahibi, bağına, bahçesine üç tane hırsızın girmiş olduğunu gördü. İzinsiz, habersiz adamın bahçesine girmişler, yiyip içiyorlar, kırıp döküyorlar, bahçeye türlü zararlar veriyorlardı. Bu üç hırsızdan birisi fakih, birisi şerif, birisi de dervişti. Ama üçü de mesleklerinin yüz karası, hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.

Bahçıvan: ‘Şimdi ben, bu alçak adamlara ne desem, ne söylesem boş. Çünkü bunlar bir topluluk, topluluksa kuvvettir. Tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem. O halde, önce onları birbirinden ayırmam lâzım! Hele önce bunları birbirinden bir ayırayım, ondan sonra tek tek saçlarını başlarını yolarım! diye düşündü.

Bunun için, önce en zayıf halka gördüğü dervişi topluluktan uzaklaştırmaya karar verdi. Selam verip yanlarına gelip oturdu. Onlarla sohbete başladı. Bir ara dervişe:

-Derviş kardeş! Bak yerde oturuyoruz. Üstünüz başınız, toz toprak olup kirlenecek! Benim ev hemen şuracıkta! Sen bizim eve git de, hizmetçi sana oturmamız için kilim, minder, yastık filan versin, al, getir! Dostlarımız da rahat rahat otursun, keyfine baksın! dedi,

Sofi gidince fakihe:

-Sen fakihsin, din bilginisin. Biz her türlü dini sorumuzu ve sorunumuzu sana getirir, senin fetvanla çözer, senin bilgi kanatlarınla uçarız. Bu şerif de bizim şehzademiz, sultanımız. İki cihan güneşi peygamberimizin soyundan sopundan gelme. Peki ama anlayamadığım bir şey var! Bu pisboğaz, bu hasis derviş de kim oluyor ki, sizin gibi yüce zatlara arkadaş olmuş, sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor. Doğrusu bunu hiç gözüm tutmadı. Sizin değerinizi itibarınızı düşürüyor. En iyisi, gelince şunu başınızdan savın gitsin. Siz de benim bağımda bahçemde, çayırımda, çimenimde bir hafta kalın! Ben size çok iyi bakar, çok iyi ev sahipliği yaparım. Sizin gibi değerli zatlara hizmet etmek benim için çok büyük şereftir, dedi. Onları vesveselendirip kandırdı.

Ah, dosttan arkadaştan ayrılmamak gerek, ama bunlar bilemediler, ayrıldılar. Derviş gelince bir bahane uydurup, onu başlarından savdılar.

Derviş biraz uzaklaşınca, bahçıvan eline koca bir sopa aldı ve ardından koşup, dervişe yetişti.

-Ey köpek! Sen ne cüret ve cesaretle benim bağıma, bahçeme giriyorsun. Sana bu hususta Cüneyd-i Bağdadi mi yol gösterdi; Bayezid-i Bestami mi, yoksa şeyhin, yahut pirin mi? diyerek dervişi bir güzel dövdü. Başını gözünü yardı, adeta yarı canlı hale getirdi. Sofi yediği dayaktan sonra:

-Ben sıramı savdım. Fakat arkadaşlar, sıra mutlaka size de gelecek. Bu alem yankısı güçlü bir dağa benzer. Senin sesin, yine sana döner. Dostunuzu düşmanınızı ayıramadınız. Bu can düşmanınızı yar bildiniz de, bunca zaman sizinle arkadaşlık, yoldaşlık eden birini ağyar bildiniz. Ama ettiğinizi bulacak, benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet, her aşağılık kişiye lâyıktır, diye söyleniyordu.

Bahçıvan, dervişten kurtulup, ona yapacağını yaptıktan sonra, yine benzer bir plan kurdu. Şerife:

-Ey şerif! Demin eve uğradığımda, hanıma kuşluk yemeğimiz için yufka ekmeği ve kaz pişirmesini söylemiştim. Şimdiye hazır olmuştur. Git onları al da gel! dedi.

Şerif gidince fakihe:

-Ey her şeyi anlayan, bilen fakih! Senin fakihliğin, ilminle, irfanınla, halinle tavrınla, kılık kıyafetinle, her şeyinle meydanda. Fakat, bak saatlerden beri konuşup sohbet ediyoruz. Ama ben, bu cahilliğimle bu adamda, onun şeriflik iddiasını doğrulayabilecek hiç bir özellik görmedim. Peki, sen bunca ilminle irfanınla bu adamın şeriflik iddiasına gerçekten inanıyor musun? Eğer inanıyorsan şaşarım doğrusu! Bence bununki anlamsız ve boş bir iddia. Zaten bu zamanda, ne idüğü belirsiz, nice ahmaklar, Hz. Ali’ye Hz. Peygambere nispet iddia ediyor. Bu adam da kim bilir kimin çocuğu? Hem sonra, anasının kiminle ne iş tuttuğunu bilen var mı? diye efsunlar okudu.

Döne döne başı dönmüş insan, nasıl evi de dönüyor gibi görürse, o edepsiz bahçıvan da kendi hali olan kötülükleri saydı, döktü. Fakih de bunları dinledi. Bu sözlerle iyice kulağından zehirlendikten sonra, artık yerinde de duramadı. Kalktı, şerifin peşinden gitti. Ona:

-Behey serseri söyle bakalım, Sen Hz. Peygambere ne yönden benziyorsun? Aslan yavrusu aslana benzer. Seni bu bağa kim davet etti? Başkasının bağına bahçesine davetsiz girip hırsızlık yapmak, sana kimden miras kaldı? diye hakaret etmeye, sövüp saymaya başladı, etmediği zulmü bırakmadı.

Bu zulümler ve hakaretler karşısında perişan olan ve söyleyecek söz bulamayan Şerif, fakihe:

-Pekâlâ, artık ben de sudan çıkmış oldum. Ama ayağını tetik bas! Şimdi sıra sende ve tek başına kaldın! Bakalım sırtının, karnının, boynunun, başının davul gibi tokmaklanmasına nasıl dayanacaksın! Benim şerifliğimi bir tarafa bırak; hatta tut ki arkadaşlığa bile layık değilim, fakat sana karşı ben bu zalimden de aşağı değildim ya! diye sitemler ederek oradan uzaklaştı.

Bahçıvan, şeriften de kurtulup ona da yapacağını yaptıktan sonra dönüp fakihin yanına geldi. Elindeki kocaman sopayı hiç kayırmadan sallamaya, fakihin neresine gelirse gelsin, acımadan peşpeşe vurmaya başladı. Bir yandan da:

-Ey fakihim diye geçinen ahlaksız! Ne fakihi, sefihler bile senden utanır. Başkasının bağına bahçesine destursuz girme ruhsatını hangi fıkıh kitabında okudun? Senin fetvan bu mu? diyordu.

Topluluktan ayrılmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu nihayet anlayabilen fakih de:

-Vur, vur, ne kadar vursan, ne yapsan hakkın var! Fırsat şimdi senin eline geçti. Dostlarından ayrılanın hali ve layığı budur! demekteydi.

Bir kuzu, sürüden ayrılıp, tek başına bir yol tuttu mu, çok defa kurt onu hemen kapar ve yer. İslam’ın sağlam yolunu, sünneti ve topluluğu bırakan kişi, yırtıcı hayvanlarla dolu böyle bir alemde kendi kanını dökmez de ne yapar? Sünnet, yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. Yolsuz, yoldaşsız oldun mu, bu daracık yerde helak olup gittin demektir.

Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir. O, sürekli senin elbiseni, değerli eşyalarını kapıp kaçmak için, bir fırsat kollar durur. Seninle beraber gider ama, amacı bir aşılmaz bele, geçit vermez dar bir boğaza geldiğinizde senin varını yoğunu yağma etmektir. Yahut da o yoldaş sandığın kimse, görünüşte cesurdur ama korkağın ta kendisidir. Çözümü zor ve sıkıntılı bir problem, aşılması güç sarp bir engel veya başa sıkıntılı bir iş geldi mi, hemen gerisin geri dönmek için sana akıllar, dersler vermeye kalkar. Korkaklığından dostunu da korkutur. Böyle yoldaşı da düşman bil, dost değil!

Din yolu, her puşt tabiatlının gideceği yol değildir. Bu yüzden de tehlikelerle doludur. Bu yol, insanın canıyla başıyla oynayacağı yoldur. Her meşelikte, her sazlıkta yufka yüreklileri geriye çevirecek bir afet vardır. Yoldaki bu korkular, unu kepekten ayıran elek gibi, insanların da yüreklilerini yüreksizlerinden ayırt eder.
Bu yol, daha önce gidenlerin ayak izleriyle dopdolu, sağlam bir yoldur. Gerçek dost da merdiven gibi olmalıdır. Aklıyla, rey ve tedbiriyle seni her an irşat edip yüceltebilmelidir.

Tutalım ki, akıllı, tedbirli, ihtiyatlı bir kimsesin de, yolda seni kurtlar kapmadı. İyi ama toplulukla beraber olmadıkça, o topluluk içinde bulduğun neşeyi tek başına bulamazsın ki. Bir yolda yalnız olarak güle oynaya giden tek kişinin neşesi, eğer o yolu dostlarıyla, yoldaşlarıyla giderse en az yüz kat artar. Eşek bile, aslında ağır canlı bir hayvan olduğu halde, eşiyle dostuyla, bir kervanla yol giderken, bak nasıl neşelenir, kuvvet bulur. Kervandan ayrılıp, aynı yolu yalnız gitmeye kalkan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, yorgunluk ve çilesi de o derece artar. Artık o çölü yalnız aşıncaya kadar, kaç sopa fazla yer, kaç kere fazla nodullanır var hesap et! Peygamberler bile tek başlarına kalmamak için insanları sürekli Allah’ın yoluna çağırdılar. Her peygamber, bu dosdoğru yolda mucizeler göstererek, kendisine yoldaşlar aradı. Allah, her cinsi eş yarattı, en iyi sonuçlar da, en iyi topluluklardan meydana geldi.

Bil ki topluluktan bir an bile ayrılmak şeytanın hilesindendir. Seni birlikten beraberlikten ayırmak için söylenen her sözü şeytanın sözü bil. Şeytan birini, kerem sahiplerinden doğrulardan ayırırsa, onu kimsiz kimsesiz kor ve bir kenarda başını yer, mahvedip gider. Allah dostlarından ayrılırsan helak olursun. O bütünden ayrılma, sonra sahipsiz bir parça haline gelirsin.

Topluluğa dost ol, topluluktan, birlik ve beraberlikten asla ayrılma. Hatta bir dost bulamazsan taştan bir dost yont, onu sev! Zira toplulukla beraber olmak ve beraber yolculuk yaptığın kervan halkının çokluğu, sana kötülük etmek, elinde avucundakileri kapıp kaçmak isteyen, eşkıyanın, haramilerin, yol vurucuların belini kırar, onları kahreder.

Eğer dostun yoksa niçin aramıyorsun? Eğer dost buldunsa niçin sevinmiyorsun?

Kendi başına tek bir katre olarak kalma, kendini deniz haline getir. Mademki denizi özlüyorsun, öyleyse katreliği yok et gitsin!

Burada misal olarak anlattığımız hikâyeler ister doğru olsun, ister yanlış bunun bir önemi yoktur. Önemli olan, doğrulukları aydınlatması, hakikati anlamamıza yardımcı olmasıdır!

Topluluk rahmettir. Mustafa (SAV), toplulukla çalıştı. Çünkü ruhların topluluğunun çok büyük eserleri vardır. İnsan tek ve yalnızken bu eser hasıl olmaz. Mescitleri yapmanın sırrı, mahalle halkının orada toplanması, Allah’ın rahmetinin ve elde edilecek faydanın artması içindir. Evlerin ayrı olmasının faydası ise, insanlara ayrı ve yalnız kalabilme imkanı verebilmek ve ayıplarını örtmekten ibarettir. Camii şehir halkının toplanması için yapmışlardır. Kabe’yi ziyaret etmek de pek çok insanın, dünyanın değişik yerlerinden, iklim bölgelerinden, şehirlerinden gelip orada toplanmaları için farz kılınmıştır.

Ey gönlünü sevgiliden ayıran dostum!
Dosttan yüz çevirmek sanki daha mı iyi oldu?
Sen gönlünü dostundan ayırdın diye?
Düşman sevincinden derisine sığmıyor.

Dostlar, dostlar! Birbirinizden ayrılmayın!
Kaçıp uzaklaşma heveslerini kafanızdan atın!
Mademki hepiniz birsiniz, ikilik havası çalmayın!
Vefa sultanı emrediyor: ‘Vefasızlık etmeyin!’

1505 Toplam Görüntüleme 3 Bugün

Mustafa ATALAR

1955 yılında Trabzon Şalpazarı'nda doğdu. İlk öğrenimini Trabzon'da, orta öğrenimini İstanbul'da tamamladı. 1979 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat-Maliye Bölümü’nden mezun oldu. 1980-1982 yılları arasında Almanya Köln Üniversitesi’nde Almanca Dil ve İktisadi Sosyal Bilimler Eğitimi aldı. 1982 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müfettiş Yardımcısı olarak kamu görevine başladı ve bu Bakanlıkta çeşitli görevlerde bulundu. Halen Sayıştay Üyesi olarak görevini yürütmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir