Yorgun Bir Aşk Hikayesi

Yorgun argındı. Gecenin bir yarısına kadar oynanan iskambil oyunları ve sabahın ilk ışıklarına dek süren muhabbetlerden sonra uykusunu alamadan çıktığı okul seferinde kafa ütüleyen dersler. Beyin yorgunluğu beden yorgunluğundan daha yorgunluk veriyordu.
Birkaç saat uyuyabilmek için bekar evine gitmek üzere erken çıktı okuldan. Son üç dersin notlarını arkadaşından alabilirdi. Hoca yoklama yapmıyordu zaten.
Otobüs durağında beklerken, gelecek otobüste oturarak gitme hedefine odaklanmıştı.
Tecrübesi, ardarda gelen otobüslerin en sonuncusuna binmesini öneriyordu. Belediye nasıl planlıyor belli değildi ama, aynı hatta sefere çıkan otobüslerin trafik sıkışıklığından olsa gerek, ardı ardına gelme gelenekleri mevcuttu. Öndeki otobüse binme gayreti beyhudeydi.
Tabi her seferinde bu beklenti gerçekleşecek değildi.
Ama o gün gerçekleşti. Tıklım tıkış otobüse binmeyip tekrar yarım saat otobüs beklemeyi göze alarak girdiği risk sonunda kumarı kazanmıştı. Dolu otobüsten sonra aynı hatta giden ardarda iki körüklü otobüs gelmişti. Hele ikincisi bomboştu. Tabi ki ikinci körüklüye bindi.
Boş otobüse binmek, ininceye kadar oturma garantisi sağlamıyordu. Yine tecrübeleri ışığında konuyu değerlendirdi.
Otobüse yolcuların bindiği ön kapıdan girip şoförün yakınındaki koltuklara mevzilenenler, yer verme beklentisi uyandırmayacakları konusunda kendine güven duyanlardı. Bu güven kimisinde zaten yer verilmesi gereken kategoride olmaları, kimisinde yüzsüzlüklerinden kaynaklanırdı.
Otobüse binen zevat oturmak için boş yer var mı diye göz gezdirmeden geçmeseler de esasen şoför kıta sahanlığından sonrasını hedeflerlerdi.
Ön saftakilerin yer verme katsayısının düşüklüğü nedeniyle, yer verilmesi gerekenler yer verilmesini çoğunlukla otobüsün orta kısmında beklerlerdi. Yer vermesi gerekenlerin başında ise erkek öğrenciler gelirdi.
Bu kısa değerlendirmeden sonra otobüsün körük kısmının son koltuklarına oturdu. Trafikte öndeki otobüslerle arası açılacak ve yolculara oturacak yer kalmayacak olursa yer vereceği eşhasın ta buralara gelme ihtimali düşüktü ve ineceği yere kadar oturabilirdi.
Teorik hesaplamaların pratiğe bire bir yansıması vakayı adiyeden değil. İki durak idare eden konumlanma üçüncü durakta akamete uğradı.
Hamileliği dikkatlerden kaçmayacak derecede hamile bir kadın otobüse bindiği gibi, hiç şoför mahalli ve orta kısımlara itibar etmeden doğrudan ve emin adımlarla otobüsün körük kısmının sonuna yürüdü. Arada eğleşse yer verecek bir sürü vatandaş vardı halbuki. Erkek öğrenci, kadın yaklaştığında beklemeksizin ayağa kalkıp “buyurun hanımefendi” dedi, ama kör talihine duyguları bu kadar nazikçe ifade edilemezdi. Acaba kadın otobüsten indikten sonraki mesafeyi kısaltmak için mi yürümüştü taa son koltuğa veya virajlardaki hafif körük savrukluğu mu heyecan uyandırıyordu. Nedeni ne olursa olsun saltanat sona ermiş ve koltuğu kaptırmıştı işte. Kaderine razı, otobüsün arka camına paralel yatay tutamaç boruya kolunu sarıp sırtını yaslayarak pozisyon aldı. Zaten erkek adam oturuşundan değil kalkışından belli olur diye teselli etti kendini.
Oturmanın bazı maliyetleri vardı aslında katlanılması gereken. Öne cepheli tekli koltuklar ve çift koltukların koridor tarafında oturanlar, yanı başlarında dikilenlerin bel ve belden aşağı kısımlarını kimi ihtiyari kimi kaçınılmaz biçimde dayamalarına muhataptı. Zorunluluk hali anlaşılabiliyordu da sapıklık ihtimalinin her vakada ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekiyordu ve tepki koymadan önce herkesin aynı değerlendirmeyi yapmama ihtimalini de göze alacaktın. Yanlamasına koltuklarda oturduğunda ise ayaklarına basılacaktı, sorun sadece ayakkabı boyası değildi, nasırın varsa veya sivri topukla basıyorsa of ki of. Ayrıca nereye bakacağını şaşırırdın. En iyisi ayaklarına sahip çıkarak kitap okumaktı.
Dikildiği için daha da mutlu oldu.
Geniş bir görüş açısı sağlayan arka cam ile sağ ve sol camlardan hoyratça seyretmeye koyuldu etrafı. Etraf dediğin, binalar, yoldaki insanlar ve arabalar… Cazip değil lakin ne yapacaksın başka?
Cazibeyi dışarılarda ararken yanında dikilen kıza gözü takıldı. Takılmaz olaydı, bu da ne böyle. Oturarak gitme belasına neler kaçırmıştı; otobüse bindiği, hatta binmeye niyet ettiği anda hissetmesi gereken bu doğal afeti nasıl fark etmemişti.
Kızı kesiyor intibaı uyandırmamak için, hani denk gelmiş de görüş açısına girmiş gibi tekrar tekrar baktı kıza. Yoktu böylesi veya vardı da o hiç görmemişti.
Kendini alamıyordu ve bakışlarını kaçırmak istese de kızla göz teması kurduğu oluyordu. Hani ben güzelim diye burnu havada dolaşmıyordu, ne bakıyorsun der gibi değildi gözleri, belli belirsiz tatlı bir tebessüm vardı simasında. Yahu işte tam aradığı gibi bir kızdı. Ne hayallere daldı, derinlere indi, o derinlerde kaldı. Serde yorgunluk vardı, iki durak sonra unuttu kızı.
İneceği durağa yaklaştığında arka kapıya yöneldi. “Senin ineceğini şoför ne bilsin, bas ki haberi olsun, dursun kapıyı açsın” düğmesine basacakken, bir elin daha uzandığını gördü düğmeye. Kim ola diye baktı, o kız. Affedilir gibi değildi. Unutmuş gitmişti bu güzelliği ve kız onun yerine de düğmeye basmış bulunduğu için teşekkür edip gülümsemişti. Nefesi kesildiğinden rica ederim diyemedi ama gülümsedi, evet kıza gülümsemişti.
Otobüsten indiler. İniş basamakları iki yollu olduğundan kıza öncelik tanıyıp ne kadar centilmen bir erkek olduğunu gösterme fırsatı doğmamıştı ve indiklerinde kız sola kendisi sağa yönelmişti.
Şu uçsuz bucaksız evrende bir ufacık nokta olan samanyolu galaksisindeki bir ufacık nokta olan güneş sisteminde yer alan koca dünyada ufacık bir noktada buluşmuşlardı işte. Daha ne olsundu, bu böyle kalmamalıydı.
Tüm cesaretini topladı, döndü, koşar adımlarla kıza yetişti. Kız da fark etmişti geldiğini ve sanki bekliyor gibiydi. Solundan yaklaştı kıza, “affedersiniz” dedi, “bir şey sormak istiyorum.” “Buyurun” dedi kız.
Ne diyeceğini bilmiyordu, kelimeler ardı ardına dökülmüştü dudaklarından, ardarda gelen körüklü otobüsler gibi.
“Size göre iki insanın aynı otobüste yan yana dikilerek seyahat edip aynı durakta inmesi tanışmaları için yeterli bir sebep teşkil eder mi?”
“Tabii” dedi kız gülümseyerek, “neden olmasın.”
Vay canına, olmuştu bu iş. “Tamam tanışalım o zaman. Benim adım Ali” dedi.
“Memnun oldum, benim adım da Ayşe” dedi kız.
“Ben de memnun oldum” dedi Ali.
Tanışmışlar, memnun olmuşlardı. Sonra?.. Sonrasını bilemedi, “hadi iyi günler” diyebildi. Arkasını dönüp yoluna revan olduğunda Ayşe’nin de “iyi günler” dediğini işitti ama bir daha geri dönmedi.
Eve gider gitmez yattı, başı yastığa değmeden uyumuştu. Arkadaşları akşam yemeğine kaldırdılar. Yemeğin ardından iki su bardağı çayı içtikten sonra kendine geldi; Ayşe dedi. Ayşe kim dediler, bir kız dedi.
O günden beridir, Ali Ayşe’yi arıyor.

1877 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Gokhan OGUZ

1965 yılında Eskişehir’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Eskişehir’de tamamladı. 1983 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümüne kaydoldu. Mezuniyet sonrası 1992 yılı mart ayında Hâkim Adaylığını tamamlayıp Danıştay Tetkik Hâkimi olarak atandı. Başbakanlık ve Kamu İhale Kurumu’nda görev yaptı. 2013 yılında döndüğü İdari Yargı Hakimliği görevinden 2019 yılı Mart ayında emekliye ayrıldı.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir