AKLININ GÜNDEMİ

Yaşanmakta olan anda, aklımın gündeminde olup da yine sonsuz olasılıkta düşüncenin içinden seçebildiklerim, güne sığdırabildiklerim, cümleye dökebildiklerim var.

Anlatım diline sızmış sesli düşünce yumağı.

Ruhun karanlık ve ürkütücü dünyasından çatlaklar bulup günyüzüne çıkmaya çalışan, gerçeği taklid edecek kadar bazen sahici ve kuru bir gürültüyle devrile devrile karşımıza çıkan, çoğu silik düşünce parçacıkları halinde zaman çarkında ezilen düşünceleri paketlemenin püf noktaları.

Böyle soyut tanımlı bir sorununu çözümüne katkıda bulunacaksam eğer, uygulanabilir ve fayda verebilecek cinsten önerilerde bulunmam gerektiğinin farkındayım.

Gerçekçi düşünce merkezinden uzaklaşmak ve hiçlik duygusu gibi fırsatçı düşmanların menziline girip çaresiz kalmak istemiyorsanız benim birinci önerimi dikkate alın bence; Kendinizi, ruhunuzu, aklınızı oyalayın.!

Kelimelerin boğazımızda düğümlendiği anlarda, çözüm için, acil yardım düğmelerinin bir benzerinin içimizde olduğu varsayımıyla dile getirdim bu öneriyi.

Elbette, önce, bu acil yardım düğmesinin nerede olduğunu hatırlamanız gerekiyor.

Acil yardım düğmesi, kelimeleri özgürleştirip acil çıkış kapısına doğru mu yönlendiriyor yoksa gizemli köprülerden geçirip anlamsızlık nehrine mi atıyor, onu bilemiyorum. Çünkü dilimizde bu tür kavramların karşılığı yoktur.

“Kendinden kaçmak” diye bir terim de hiçbir dilde yer almadı bildiğim kadarıyla. Varsa böyle bir tabirin, olsa olsa, içinde yoğunlaşan dünyevi sorunların üstesinden gelebilmek maksadıyla kişinin, anlık, geçici bir içe kapanma hali için dile geldiği kanaatindeyim. Böyle bir durumda kaçınılmaz olarak kişi, aklının meclisinde olağanüstü bir gündemle sorunun tepesinde iş başında olmuyor da ya ne yapıyordur sizce?.

Araya giren acil çıkış kapısı lafıyla, acil yardım düğmesi konusu, kafa karıştırıcı bir hızla kafama çarparken, bana öyle geliyor ki (Nereden geliyor acaba?.Güney yarımküreden saatte 300 bin km hızla yaklaşan bir düşünce bulutu olmasın bana gelen? Ya da isimlendirilmemiş bir galaksiden tanımlanmamış bir ışın, ayın yüzeyinden düz açıyla yansıyarak bilmem kaç hızıyla bir yerime doğru sinyal atımı halinde çarpıyor olmasın?

Eh valla bir sebepten açıp da, o sebebin açılımının üstesinden gelemeyeceğimi anlayarak, şeklin bütünlüğüne sadık kalma ilkesinden ödün vermemek için o parantezi yıkmak zorunda olduğum ilk an bu an oldu. Kendimi kutlarım.

Şimdi gerçekten, düzgün bir anlatımla, neler olduğunu yeni cümlelerle izah etmem gerekecek. En azından ben anlayayım diye.

Ben anlasam, size de anlatacağım.

Güzel bir yan açıklama yapılsın diye az yukarıda açılan parantezin KONKAV tarafı, yani AÇ PARANTEZ eyleminin ilk sembolü, eğer dikkat ettiyseniz, tek başına kaldı. PARANTEZ KAPAT eyleminin sembolü olan KONVEKS eş, yazarın inisiyatifiyle, bu yazıya dahil edilemeyerek kadro dışı bırakılmış ve haber verilmeden, bütünsellikten uzak bir paragraf dünyaya gelmiştir.

Ey okur! Yazarı tarafından sorgusuz-sualsiz yerle bir edilen, parantez şemsiyesi altında daha bir güvenle bu sayfada yaşatılabilecekken, sırf konu dağılmasın kaygısıyla önceki cümleyle gelişigüzel bitiştirilen yan cümlenin anlatım bozukluğu ve gramer hataları yüzünden şimdiden affınıza sığınıyorum.

Bir parantez katliamına şahit olan şanslı okurlarımızdan, virgülüne bile dokunmadan, nice eleştiriyi göğüsleyerek savunma makamının açıklamalarına yer vermek zorunda kaldığımdan dolayı özür dilerim.

Hem zaten başlığından bu yana insanı gerçekten yoran, anlaşılması öteki dünyevi konulara nazaran daha zor gibi görünen konunun dağılmasına neden olduğumu düşündüğüm bir anda…

Sanki şefkatli bir elin, iyiliğimi ister gibi, aklımın acil yardım düğmesine bastığını, ve şu andan sonra artık, olayın kontrolünün, yardıma gelen elemanların elinde olduğunu söylemekten mutluluk duyuyorum.

Durun bir dakika!

Yoksa, her dilde insanı ürküten bir kelimeyle yer aldığı halde, Türkçede fazla üstünde durulmasın ve insanı hayattan birdenbire soğutmasın diye KEÇİLERİ KAÇIRMAK olarak yerleşmiş kavramın, bendeki tezahürüne dair hazırlanmış bir komplo muydu bu?

Yani, birçok şaşırtıcı ve masum kelimenin cirit attığı, cümlelerin 5 dilde dans ederek keyfimi kaçırmaya çalıştığı rutin düşünen adam modunda iken ben; İçimdeki hain bir komitenin elemanları, darbeye mi girişti dersiniz?

Uyku terapileri için sanal dünyalarımızda milyonlarca keçinin kol gezdiği gecenin bu saatinde, ben, akıl dışı bir eylemde bulunup anlamsız bir şeyler yazarak, keçilerimi kaçırdığımı sanmıyorum.

Hem sırf bir parantezin kalbini kırdıysam, cezası bu olmasa gerektir.

Ben ki konunun ana başlığından uzaklaşıp, insanın başını döndüren yüksek rakımlara çıkmış olabilirim ancak iyi niyetimle şunu söylemeliyim ki; acil yardım düğmesinin işe yaradığını göstermenin zamanı geldi artık.

Nahoş ruh halinde bile insanı makul davranımlara götüren aklın en sevdiğim tarafı, meşgul olduğu konu ne olursa olsun, yeni bir problem sunulduğunda, eskisine saygıda kusur etmeksizin yenisiyle de aynı titizlikte hürmeten davranması ve bizi doğru yola çıkarmasıdır.

Dünyanın monoton uğraşılarında yitip giden bedenin en sağlam tarafının, en bilge motorunun akıl olduğuna inanırım.

Konunun başında anlatmam gereken mantıklı ifadelere, şimdi, ikinci sayfadan itibaren yer verdiğim için bana kızmadığınızı umuyorum.

Belki şanssız bir şekilde yaşanılan parantez krizi dahil olmasaydı, konu, rayına oturmuş bir halde bitişe doğru gidiyor olacaktı.

Benim, ben olarak aklımın gündemi ile ilgili anlatacaklarım bitmedi henüz.

Kafa karışıklığının, ruhi gerginliğin önüne geçebilmek için önereceklerimin başına acil yardım düğmesini eklememin en önemli dayanağı da bu işte; Kendime olan saygım, öz saygım.

Bu yaşa gelene dek; Hep yeni şeylerin ufku genişlettiği gerçeğinden hareketle vardığım sonuca göre, değişik okullar okumakla, değişik ülkeler görüp beynime sayısız manzaralar ve değişik insan tipleri yerleştirmekle elde etmedim öz saygımı.

Onun, yaşamın her anında, ihtiyaç duyulduğunda kişiliğin en parlak tepesinde bir bayrak olarak sallanıp güven veriyor oluşu ne güzeldir.

Sosyal iletişim gereği, ziyaret ettiğiniz bir dünyanın parlak tepesinde o bayrak dalgalanmıyorsa, o bayrağın yerine başka değerlerin başka renkte bayrakları sallanıyorsa, bilin ki, o dünya, sizin yörüngeniz dışında yol almakta ve siz derhal oradan uzaklaşmalısınız!

Şimdi, yerdeki toz zerreciklerini süpürerek gerçek zemini ortaya çıkarmakla yaptığımız gibi, aklın gündemini açıklığa kavuşturmalı.

Aklın, ciddi bir acil çıkış kapısı vazifesini üstlendiği anlarda her şey, mutlu sonla biter.

Oysa, aklınızı, ev kirası artışı, dost sözünden incinme duygusu, aile içi tartışma ve türlü bireysel kızgınlıklarla meşgul ediyorsanız, size nasıl, arzu ettiğiniz mutluluk pastası üretmesini bekleyebilirsiniz ki.?

Süslü olmaya yatkın cümleler sarf ederek ya da yere ağır basan ifadelerle bile olsa anlatmaya çalıştığım şey; İnsanın, “SORUN” dediğimiz meşgaleleri ile aslında berrak bir nehir gibi akıp gitmekte olan hayattan lezzet almasını engellediği gerçeğidir.

Ne aklın acil yardım düğmesi, ne zamanın sabır dağlarının arkasında uyuyan umut parçacıkları ne de teselli ülkesinin boğucu atmosferi kurtaracaktır türlü dünya sorunuyla uğraşan bedenimizi.

İçimize saplanıp kalmış acıyı, bir elimizle kanatıp akıtamıyorsak bari, içimizde en derinlere gömerek ya da en uzağa fırlatarak rahatlayamaz mıyız diye kendi kendime soruyorum.

Belki milyarlarca yılın deneyimleriyle kökleşmiş bir acıya parmağımı dokundurmak gibi yaparak (Yardıma ihtiyacı olan birine elimi uzatamasam da yüreğimle yanında olmamın manevi hazzı ve yine de tam yardımcı olamamanın acısıyla karışık bir duygu içinde), bir iç çekme benimkisi.

Bitmeyen sorunlar, aklın mutfağında mutluluğa dönüştürülen anlar, ve hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi görünen iyi ile kötünün mücadelesi.

Bir yol vardır, mutluluğa götüren. Kıvrımlı, zahmetli belki yorucu.

Ancak açılan bir parantezin, cümlede hem var hem yok olması gibi, hayat, iyinin kazanması kuralı üzerinde yürünen aslında çekişmenin heyecanıyla her an yönler ve renkler değiştiren, ilahi gücün kontrolü altında süren bir imtihansa, unutmayalım ki iyiler mutlaka kazanır.

1599 Toplam Görüntüleme 3 Bugün

Suat ACAR

Mart 1972’de Siirt'te doğdu. İlk-Orta-Lise öğrenimini burada bitirdikten sonra, 1990 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Diyarbakır’da pratisyen doktor olarak çalıştıktan sonra Dicle Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D.’de ihtisasa başladı. 2003 yılında Fizik Tedavi uzmanı doktor olarak mezun oldu. Halen uzman doktor olarak görevini sürdürmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir