KENDİNDEN VAZGEÇMEDEN SEVEBİLMEK

“Beni sevmen için kendimden vaz mı geçmeliyim?”

Kim bilir kaçımız sevgilisi ya da eşiyle ilgili beyninde, yüreğinde bu soruyu soruyor kendine… Bazen bilinçli bazen farkında olmadan…

Kaçımız, “Seni sen olduğun için değil seninle birlikte olduğumda ben olduğum için seviyorum” diyebiliyor… Ya da sevdiğimizin ağzından dökülen bu cümlelerle kendinden geçip onu daha çok sevebiliyor, sımsıkı, korkmadan sarılabiliyor ona?

Kaçımız ilişkisinde kendisi gibi davranma ve hissetme hakkına sahip! Kaçımız kendimiz gibi olduğumuz, sevdiğimizin kendisi gibi olduğu bir sevginin doğasında nefes alıyor…

“Olmanı istediğim gibi ol! Benim istediğim gibi davran, kendin olma! Benim gibi düşün, benim inandıklarıma inan! Benim doğrularım senin doğruların olsun! Yoksa… Yoksa seni artık sevmem mesajlarının olmadığı bir birliktelik yaşayabiliyor kaçımız…

Oysa insan. Oysa kadın… Oysa erkek… Hepimiz… Hem kendimiz olmak hem de çok sevilmek isteriz…

Çok sevmek… Âşık olmak…

Ayakların yerden kesilir, kalp atışların hızlanır… Heyecan kasırgası sarıverir bedenini…

Gözlerine toz pembe bir örtü iniverir… Yüzün aydınlanır… Yüreğin yıkanır…

“…Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum

Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar

Ayrıca bunun seninle ne ilgisi var

Tabii ki ben böyle olduğum için bahar

Çünkü sana değdiğinden beri ellerim

Bütün kış dallarında tomurcuklar var”

Candan Erçetin, söylediği, Ayşe Kulin’in yukarıdaki muhteşem sözlerle eşlik ettiği “Bahar” şarkısı tam da bu duyguyu tanımlıyor bize…

Yüzyıllardır büyüleyici bestelere, şiirlere, filmlere öykülere, romanlara imza atar bir kadınla bir erkeğin duygusal öyküsü… Muhteşem başlangıçlar yaratırız aşkla, sevgiyle… Felsefe parçalarız sevgilimize hissettiklerimizle… Sevinçleriyle dolaşırken gökyüzünde, acılarıyla büyür, her gün biraz daha insan oluruz…

kendinden_gecmeden_sevebilmek_02

Sonsuzluktur istediğimiz sevgimizde, aşkımızda… Bir ömür boyu elini tutabilmek, aynı heyecanla dokunabilmek, aynı sıcaklıkta bakışabilmektir… Ve ömrümüzün sonuna kadar mutlu, mesut yaşamaktır… Her şey güzeldir aslında… Ama ilk heyecanlar yerini sahiplenmeye, alışkanlığa bıraktığında, korkularımızla farklılıkları denetim altına almaya başladığımızda büyüdüğümüz masallardaki  ”Gökten üç elma düştü… Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” repliğini hep masallara bırakır, gerçeklikte hemen tüketiveririz yaşadığımız güzellikleri… Ya da sıradan, yüzeysel, zorunlu ilişkilere döndürürüz farkında olmadan…

Büyük âşıklar Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin eğer kavuşabilselerdi birbirine… O muhteşem sevdalar da bu döngüden etkilenecekti kimbilir… O masalsı sevdalar bize kadar ulaşamayacaktı belki de… Kavuşamazsan adı aşk olur sözcüğüne sığınmaz mı bu yüzden bazı insanlar…

O kadar zor mu sonsuza kadar sevmek, sonsuza kadar sevdamıza sahip çıkıp mutlu yaşamak ilişkilerimizde, evliliğimizde…

Sevdiğimizin başlangıçta hayran olduğumuz özellikleri zamanla sıkıştırmasa yüreğimizi… Bize farklı gelenleri değiştirmeye, dönüştürmeye çalışmasak… Eğer kontrolümüzde olursa her şey, bizim istediğimiz gibi olursa sevdiğimiz; içimizdeki korkuları hafifleteceğimiz yanılgısına düşmesek… Hoşgörüler, sevinçler, heyecanlar yerini öfkelere, kırgınlıklara, suçluluklara bırakmasa… Sıkıştıkça, daraldıkça hesaplaşmalar, direnişler fışkırmasa benliğimizden… Mutsuzlukların kapısını açmasak…”Beni anlamıyor”, “onu anlayamıyorum”, “artık beni sevmiyor”, “bir şeyler eksildi”, “heyecan bitti” cümleleriyle dolu bir yaşam bizden çok uzaklarda olsa… Ve asıl bu replikleri öğretici masallarda bıraksak…

Ya kendimizden vazgeçerek ya da vazgeçirerek kendinden sevdiğimizi, bir kuyunun içinde dönüp durmasak… Rutin paylaşımlarla, genel geçer kurallarla, yarım nefeslerle yaşamımızı idare etmesek! Egolar çarpışırken yüreklerimizi uzaklaştırmasak birbirimizden…

Kendimizi, sevdiğimizi olumsuz yargılamaktan vazgeçebilsek de özgüvenimizi artırabilsek… İyi hissetsek de kendimizi korumaya almamız gerekmese, ilişkilerde öğrenmeye, risk almaya açık olsak… Sorunlar içindeki payımızı anlasak da sevdiğimizi suçlamasak, kızmasak, kırılmasak, uzaklaşmasak sıcaklığından…

Sevgilimizi, eşimizi çok sevdiğimiz için isteyerek yapabilsek bazen hiç istemediğimiz şeyleri… Suçluluk, zorunluluk ya da korku duymadan yani kendimizden vazgeçmeden yapabilsek…

İnsan olsak ve insana dair ne varsa doğal kabul edebilsek… Carl Roger’ın evrim geçiren ilişkinin ruhunu anlattığı sözcüklerle dönüp baksak kendimize; zaman zaman öfkeli, ürkek, zaman zaman sevecen, zaman zaman güzel, güçlü, vahşi berbat olduğumuzu keşfedebilsek ve bunları kabul edebilsek. Bu kadar çok yönlü olduğumuz için ödüllendirsek kendimizi… Bütün duygularımızı açabilsek sevdiğimize… Olduğumuz gibi davranabilsek ve işte o zaman içimizde var olan sevgi, kızgınlık ve şefkat duygularımızı sevdiğimize gösterebilecek kadar özgür olabilsek… Belki de o zaman birlikteliğimize, sevdamıza gerçek katkıyı yapabileceğimizin farkına varabilsek… Yaşadıklarımızla, hissettiklerimizle gerçek bir insan olma yolunda ilerlediğimizi görebilsek… Ve umut etsek bütün bunlardan sonra… Sevdiğimizin de bizimle birlikte kendi benzersiz yolculuğuna çıkmış olmasını… Ve yolda onunla karşılaşabilsek ve sımsıkı sarılarak kucaklaşsak onunla… Bireyselliğimizi kaybetmeden, farklılıklarımızla bir olabilsek, biz olabilsek…

kendinden_gecmeden_sevebilmek_03

Olmaz mı sizce acaba? Beceremez mi Tanrının benzersiz güzelliklerle bezeyerek yarattığı insan tüm bunları?

Nefessiz ilişkilere yelken açmamak için sevildiğimizi hissetsek, özgür ama çok yakın bir sevda yaşayabilsek…

Sırrı var mı? Yolu var mı?

Kimbilir belki de mutlu birliktelik sırrı büyük üstat Halil Cibran’ın şu dizelerinde saklıdır da biz görmek, duymak, bilmek, anlamak, dokunmak istediğimizde çözebiliriz:

 “Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız.

Allah’ın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız.

Ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın;

Bırakın ki…

Cennetin rüzgârları aranızda dans edebilsin…

Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin…

Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun…

Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin;

Ekmeğinizden verin birbirinize ama aynı somundan ısırmayın…

Birlikte şarkı söyleyin; lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir…

Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil!.

Sadece hayatın eli o kalbi saklar!

Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir!

Ve unutmayın; meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler.”

Hadi! Ellerimiz değdiğinde sevdiğimize, kış dallarında tomurcuklar açtıralım!  Kendimizden vazgeçmeden, sevdiğimizi vazgeçirmeden sevebileceğimiz büyük, masalsı, baharsı sevdalar yaratalım! Her günü sevgililer gününe dönüştürdüğümüz, nefes aldığımız bir yaşam bizim olsun! Belki bu yolculukta, bir gün bir yerlerde karşılaşıveririz birbirimizle kim bilir!

1464 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Nesrin SEVİMLİ

1968 tarihinde Isparta’da doğdu. 1989 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı olarak kamu ve özel sektörde deneyim kazandı. Halen “Sektörel Stratejik İletişim Danışmanlığı” yapan NeSS İletişim'in Genel Koordinatörü. “Canının istediği gibi” yazmayı seviyor ve keyif alacağınızı umuyor…

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir