TOSCANA BÜYÜSÜ

TOSCANA’DA BÜYÜLÜ ALEM

Gece kaldırımların üzerindeki ayak seslerinin kesildiği vakitler, gece yarısını bildiren kilise çanı ile beraber, tarihin sonlanmamış bir oyununun dev kahramanları; zamana direnen cüsseleriyle sahneye çıkmakta ve “BÜYÜLÜ ALEM”i sessiz sessiz sahnelemekte.

Zamanın zalim pençesinin elimizden aldığı, ışıkla yıkanmış bir yüzyılı adlarıyla andığımız nice Rönesans üstadı, gözlerden uzak bir meydanda, Toscana güneşi batar batmaz, büyülü bir alemi yaşar yüzyıllardır.

Zamanın zalim pençesinin elimizden aldığı, ışıkla yıkanmış bir yüzyılı adlarıyla andığımız nice Rönesans üstadı, gözlerden uzak bir meydanda, Toscana güneşi batar batmaz, büyülü bir alemi yaşar yüzyıllardır.

O yüzdendir ki, sanatçılar, kalplerimizde yaşattığımız her halleriyle gönül meclislerimizin de sonsuz müdavimi, sanatın, bilimin sönmez ışıklarıdır.

Yeryüzünün gelmiş geçmiş tüm sanatçılarını bir meydanda buluşturmak gerekse, eminim bu amaçla seçilecek en uygun mekan burası olsa gerek.

Büyülü Alem’in herkesin malumundan uzakta sergilendiği kentin adına; Floransa, sahneye de Piazza Della Signori deniyor.

Gündüzü büyü, gecesi büyü üstü alem.

Arno’nun şarkısıyla içmeden sarhoş eden bir İtalya içkisi adeta, Toscana’nın sanat üssü, dünyanın sayılı icazetli açık müzelerinden Floransa.

Kentin her biri ayrı bir hikaye taşıyan meydanlarına ulaşmak için evvela hava meydanıyla şehre inmek gerekiyor.

Amerigo Vespuçi havaalanından, bu açık müzeyi ziyarete başlamanız için, şehrin yeni inşa edilmiş, sıkışıklık ve kalabalık hissi vermeyen semtlerinden birindeki otelinize ulaşmanız, ardından da BİENVENUTİ faslını geçip, hazırlanmanız gerek.

Şehrin sizi içine çekmeye hazır egzotik dekorunu görmek için eski kente ulaşmanız ve heyecanınız dindirmeniz gerek. Eski bir Roma şehrini, sanat müzesini veya klasik bir İtalya kentini gezmenin heyecanı değil bu; İçine duygularınızla karışacağınız mistik bir oyunun havada dolaşan fısıltısının ardına düşme merakı.

Sokaklarında tarih, rüzgarında büyü dolaşan çok az kent tanıdım; Floransa’nın öyle bir yer olduğunu anlamam, büyülü sokaklarını adım adım keşfetmemle oldu.

Sonu sizin marifetinize kalmış bir yolculuğa benim yol haritamı takip ederek başlayabiliriz…

Lezzetli bir yemeğin yaydığı kokuyu takip eden aç bir insanın ruh hali içinde başlayan kent turunda, sizi ilk karşılayan (Yeni kentten eski kente geçiş meydanı olarak da kabul edilebilir), Santa Maria Novella kilisesi.

İçinde kaynağını bilmediğiniz bir heyecanla ne kadar durabilirsiniz bu kavşakta bilemem ama sanki kalabalık sizi aşağılara çekiyor da, ayaklarınız da ister istemez bu tempoya fazla direnemez gibi geliyor bana.

Aynı adla karşınızda görünen meydanı, hızlı adımlarla kilisenin arkasından geçip aşağıya kalabalığın arkasında yürümeye başlamanızı hangi güç sağlıyor dersiniz?

Her biri yüzyıllar kadar yaşlı binaların arasında parke taşlarıyla döşeli tarihi kentin bu ilk sokağından yürüyüşünüzü hızlı, telaşlı adımlarla sürdürdükten sonra, hızınızı ve nefesinizi ilk kesen, Duomo (Santa Maria Del Fiore Katedrali)’nun göz alıcı kubbesi ve yaklaştıkça hayretinizi artıran çan kulesi oluyor.

14.yüzyıldan kalma bu yapının beyaz-yeşil ve pembe renkli Toscana mermerinin karışımıyla yapılmış muazzam katedrali ve çan kulesini izlerken, nerede olduğunuzu unutacaksınız.

Daha önceki hiçbir durakta yaşamadığınız, tuhaf, direnemeyeceğiniz, sizi sarmalayan bir büyü gibidir orada zaman.

Tarihi solukladığınız bu çerçevede amnezik bir donma hali, sizin, büyünün etkisine girişinizin ilk belirtisi.

Floransa, önceki bildiklerinizi unutturmak ve ismini unutamayacağınız bir kent olmak için, Akdeniz’in mitolojik tanrılarından aldığı izinle gizli bir iksir yayıyor adeta.

Bu büyüden uyanmış biri için şimdi hatırlayabildiklerim, o anda yaşayacaklarınızın yanında (Kokusunun peşinde koştuğunuz o yemeğin) sadece tadımlık bir numunesi ölçüsünde.

Oysa yaşlı kent, dinamik havasıyla meydanlarını dolduran herkesi her mevsim büyülemeye devam etmektedir.
Elinizde harita almadan, sırlı bir navigatör eşliğinde geziniyorsunuzdur, ayaklarınız, uğultulu bir yolda sizi büyü alemine götürüyordur, telaş etmeyin, ayaklarınız, buraya ayarlanmış adımlarla sizi gideceğiniz yere kusursuz götürecektir.

Katedralin büyülü manzarasını doya doya yaşadıktan hemen sonra, size giyineceğiniz tişört, yiyeceğiniz dondurma, içeceğiniz bira veya eve götüreceğiniz hediyelik eşya satan yol üstü satıcıları görmezden gelerek hızlı adımlarla ilerlemenize, nedensiz bir cimriliğin değil, bahsetmeye çalıştığım büyünün tutsak edici iksirinin yol açtığını söylesem inanmayabilirsiniz.

Büyüler meydanına ayarlanmış adımlarınızı iradenizle durdurmanız imkansızdır artık.

Dar sokakların arasında yürürken bir meydana geldiğini nasıl anlayabilir insan? Daha önce ziyaret için hiç gelmediği bir antik kentin hangi sokağının, az ilerideki geniş bir meydanda sonlanacağını nasıl anlar insan?

Önündeki kalabalıkların hunileşerek sokağın ucunda daralması hissi midir bu çıkarımı yapmanıza sebep olan yoksa, ciğerinizden kanınıza geçen iksirin sarhoşluk alametleriyle güçlenen irade dışı bir güç mü?

Belki de görünen manzaranın öteki yüzünü yaşamış ruhunuzun sistemli bir yanılsamasıyla duyumsadıklarınız.

Gözleriniz, ayaklarınızdan önce vardıysa, bilin ki oradasınız artık.

Ve aslında ruhunuz herkesten önce varmıştır o meydana; İşte heykellerin yaşadığı Piazza Della Signori.

Katedralin 100 metre aşağısından adımladığınız bu doğrultuda meydana ilk hangi his ile, hangi koku ile hangi büyünün illüzyonu ile girdiğinizi sadece siz bileceksiniz.

Ben, çoktan, meydanda çakılı duran atlının elindeki mızrağı doğrulttuğu günahkar oldum.

Belki siz, çıplak Davud’un önünde durduğu Palazio Vechio’dan hışımla meydana fırlayan bir Venedikli tüccar oldunuz.

Al Pacino’nun oynadığı Venedik Taciri filmi bu fantezinizi destekleyebilir de.

Meydan, sizi, donmuş heykellerin bir bütün halinde yerli yerinde durduğu, sizin de içinde olacağınız bir oyuna davet ediyor.

Sizin bilmediğiniz, oyunu yazanların, 50 adım ilerideki geçidinizde, rolünüzü ve kostümünüzü hazırlıyor olduğudur.

Hem de Rönesans’ın resimde, heykelde, bilimde, coğrafyada, astronomide yükünü sırtlamış dev adamlarının içinde olduğu büyülü oyunun ortasında…

Mikelanj’ın Davut’u ya da Bandinelli’nin Herkül’ü de olabilirsiniz, ama ciğerinizde soluduğunuz büyü bilincinizi alana kadar.

O ana kadar hayal ettiğiniz kişi idiniz, oysa o andan sonra hayalinizin çizdiği bir heykele dönüşebilirsiniz.
Bilincinizin bakışları altında, meydandan sola, kilisenin kapısından aşağıya saptığınızda, Galeria Degli Uffizi ile karşılaşırsınız; Yaşayan en güzel sanat galerilerinden biridir.

İki tarafı revaklarla kaplanmış, içinde sanki sadece sizin tek başına gezindiğinizi hissedeceğiniz, 100 metrelik tarihi bir yolu gözlerinizle taradığınızda, şehrin simgelerinden olan, bir geçit kapı göreceksiniz. O kapı, bu yolculuğun büyü ile sınırlandırılmış alanın çıkış kapısıdır. O kapının bittiği yerde Arno nehri karşılayacaktır sizi.
Yani, şimdi, o kapıdan çıkana kadar, siz, tarihsel bir oyunun mecburi figüransınız. Rönesans alimlerinin her gece toplandığı büyülü meclisin gün yüzündeki dağınık sahnesinde.

Kim yerinizde olmak istemez ki?

Yol boyu uzanan Uffizi galerisinin dış sütunlarının her birinde, Rönesans ile özdeşleşmiş, Floransalı büyük üstatların heykelleri, sizin yürüyeceğiniz bu yolu, uhrevi bir aydınlanma geçişi havasında adımlamanızı seyrediyor olacak.

Floransa’dan doğan güneşin 15.yüzyıldan günümüze ulaşmasını sağlayan; nice büyük şahsiyet,canlanmışçasına, bu büyülü yol üzerinde sıralı sütunların üzerinden sizi izliyor olacak.

Siz, bilinçli düşünme evresinden ANESTEZİK evreye geçerken, sağlı sollu dev heykeller, kendilerini sembolize eden işaretlerle sizi selamlıyor olacak.

Tarihsel bir oyunun mecburi ama şanslı bir figüranı olarak, çok az bir kısmını hatırlayacağınız bu resmi geçitte, karşınızdaki kapıya varana kadar eşlikçi olarak, kimler yok ki;

Davud’un dünyaya özgürleşme inancı aşılayan heykelinin sahibi Michelangelo,

Entelektüel duruşu, kararlı bakışlarıyla, ama dilinin ucunda bir şifreyle size derinlerden seslenen Dante,

Sonsuza dek kusursuz Afrodit’i Venüs’ün Doğuşu ile günahın çemberlerinde gezdiren Boticelli,

Zarif ve mütevazi bir edayla ayakta gülümseyen usta heykeltıraş Donatello,

Sanatın her şeyi için zirvede eserler yaratmış, büyük deha Leonardo Da Vinci, Mona Lisa gülüşü ile,

Floransa’nın köklü, sanatsever ailesi Mediciler konukseverliği ile,

Ve son anda, hürmet içinde sizi sevgi dolu milimetrik bakışlarıyla kucaklayan Galileo…

Mekanda ileriye, zamanda geriye doğru yolculuğunuz, nostaljik bir uyanışla, Arno ırmağına ulaştığınızda bitiyor.

Rönesans’ın ilhamıyla, süregiden, ruhunuzun özgürleşme yürüyüşünü tamamladığınızda, hafızanızda olmasa bile, fotoğraf makinenizde, emin olun, çok özel hatıralar kalacaktır.

Siz, bu antik abideler arasından Arno’ya doğru ilerlerken, bedenin tutsaklığını aşan ruhunuzun özgürleştiğini hissedeceksiniz.

Yeni bir nefesle Arno nehrine vardığınızda, arınmanın asıl içte huzur kapıları açtığını fark edeceksiniz.
Onlar ki, her biri bir yıldız, yaktıkları özgürlük meşalesi, az önce, zaruri figüran olarak, geçici bir an için, sizin ellerinizdeydi.

Kendi kişisel dünyanıza özgürlük taşımanız için elinize tutuşturulan meşaleyi, bu adımların bittiği yerde hedefine ulaştırdıysanız, rolünüzü hakkıyla yapmış olmanın rahatlığı içinde çıkarsınız Arno’ya.

Belki de gizli bir elin içine sizi soktuğu bu alemde, geride kilise çanı, ileride Arno’nun melodik akışı ve sizin iç sesiniz, bir ritim halinde, size uyanışı müjdeleyecektir.

Bildiğiniz değerleri sevme, zenginliklerinize sahip çıkma ve geleceğe umutla sarılma şevki ile uyanırsanız, Arno sizi bir başka hikaye için yürüyüşe davet eder.

Ve kendinize ilk geldiğinizde, Arnoya bakan kapının son sütununa başını dayamış nice acılar çekerek bilim uğruna hayatını feda etmiş Galileo Galile’nin şu sözünü işitirsiniz;

“Bir kerecik bile olsa, tek bir şeyi tam olarak anlama deneyimi olan ve bilginin nasıl elde edildiğini gerçekten duyumsamış olan bir kimse, kendisinin hiç anlamadığı, sonsuz sayıda başka hakikatlerin de var olduğunu fark eder.”

14.yüzyıl dünyasına ait Arno üzerinde inşa edilmiş bir köprü karşılar hemen az ileride; Ponte Vechio (Eski köprü). O zamanki soylular, nehir üzerinde köprü yapacakları zaman, bunu inşa eden adama, civardaki mezbahanın pis kokularından etkilenmeyecekleri bir köprü inşa etmesini isterler. O da, bu insanlar karşıdan karşıya geçerken o kokuyu almasınlar diye, köprüyü, sağlı-sollu dükkanlar ile tezyin eder ve böylece bir sokağın devamı imişçesine karşıdan karşıya geçilen böyle bir yapıyı inşa etmiş.

Köprünün o zamanlardan bu yana üzerindeki dükkanlar mücevher satıcısı ve bu gelenek halen korunuyor.
Bir nevi köprü üstü kapalı çarşı manzarası.

Muhtemelen uyanış ile ceplerinizdeki ekonomiyi düşünerek köprünün güzelliklerini, köprüden nehrin nazlı akışını, az ilerideki öteki köprüleri ve yürüdüğünüz yolda kimler geçmiş olduğunu söylene söylene karşıya geçeceksinizdir.

Bu andan sonra yine bir şeylerin satıldığı eski dükkanlar ve dar sokaklardan sonra, eski şehrin görülmeye değer yolculuğunun son anı için hazırlanın. Şimdiki durağımız; Pitti sarayı ve müzesi.

Müzeye gitmeden, köprü yönü itibariyle sizin sağınızda, bir binanın duvarında İtalyanca şunu okuyup bir nefeslenmekte fayda var;

“Fra 1868-il 1869 Fedor Mihailov Dostoevskij Compo il Romano L’idiota”…

Dostoyevski’nin “Budala”romanını tamamladığı bina..

Bu mekanı bırakıp geri döndüğünüzde dönüş yolunu hemen yandaki Ponte Trinita köprüsü üzerinden yapacaklar için, hoş manzaralar vardır;

Eski şehrin köprüyü geçtikten sonraki ilk meydanı bu sefer, Piazza di Santa Trinita olup, burada eski ve mütevazi dükkanlarda dünya markaları sıralanmıştır; Versace, Dolce Gabbana, Emporio Armani vs.
Bu mağaza dükkanları yorgun ve uyuşuk gözlerle izledikten sonra, kalabalığın aktığı bir başka meydan için yürüyüş kolu üzerinden sağa sapacak olursanız, yine bir kapı, o kapının ardından bir meydan ve bambaşka manzaralar ile karşılaşacaksınız.

Ortasındaki rengarenk dönme dolap ile gözlerinizi kamaştıran Piazza Della Republica’da mola verme zamanı.
Bir şeyler yemek için sahnede, İtalyan tarzı ristoranteler sizi buyur ediyor.

Makarna yiyecekseniz garsona “pasta”diye sipariş etmeniz gerekecek.

İçecek olarak şarap tercih edecekler için Toscana şarabı dışında bir alternatif düşünemiyorum.

Yolculuğun detayları, bir eski şehrin hikayesi şeklinde zihninizden akarken, İtalyan mutfağı ile tanışmanız da söz konusu.

Toscana’da zaman, yorulmak nedir bilmeden, yüzyıllardır, belki de bir şarap tadında, şehirlerin güzelliğini taçlandırırcasına insanların gözü önünde akıp gidiyorken, ruhunuz, rüzgarın üflediği Akdeniz havası içinde bir mutluluk tablosu izlemenin hazzı içinde…

Bir büyüye kapılmışçasına değişik duygularla adımladığımız şehrin yıllanmış güzelliği karşısında ayaklanacak hiçbir olumsuz duygunuz olmadan, gün, sizi, yorgunluğun ihaneti ile baş başa bırakmaya hazırlanmaktadır.
Gece ise, bilincin dışında bir akışla meydanların kendi büyülü alemini sergilediği sahnelere hazırlamaktadır Rönesans şehrini.

Birkaç adım, birkaç düşünce, birkaç anı kalsa bile bu yolculuk, her yönüyle, bir uyanış için gerekli tüm kışkırtıcı dekorlarıyla 24 saat 4 mevsim, Toscana’ya davet etmekte insanları..

23 Mayıs 2007

1747 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Suat ACAR

Mart 1972’de Siirt'te doğdu. İlk-Orta-Lise öğrenimini burada bitirdikten sonra, 1990 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Diyarbakır’da pratisyen doktor olarak çalıştıktan sonra Dicle Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D.’de ihtisasa başladı. 2003 yılında Fizik Tedavi uzmanı doktor olarak mezun oldu. Halen uzman doktor olarak görevini sürdürmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir