USLANAN YÜREK

Mevsimi olmayan aşkların seyrinde nedense şarkıların, bahar aylarını tercih ettiğine şahit oldum. Aşka dair yazıların da bu melodik ritmin etkisiyle bahar aylarında kağıda döküldüğüne de…

Tercih edilen bir duygunun yaşandığı yüreklerde mevsimsel insiyatifin ağırlığı ne kadarsa, anılara dönüşen zamanın da yaşattığı acı o kadardır derim o zaman.

Aşkı şiirle, acıyı türküyle haykıran aşk sarhoşu ruhlarımızın, gözünü açtığı ve artık ZAMAN kavramını lehine kullanmaya alıştığını farkettiğim an, serseri kurşunla kalbinden vurulmuş bir nefer gibi dağıldım ve toparlandığımda şu mısra döküldü ağzımdan;

“Aşkın yedim pençesini uslandım
Bıraktım zamanı, umuda yaslandım”

Veya böyle hisseden metruk bir yüreğe kulak verdim.

Zamandan kaçınca umudu bulacağına inanan bir yüreği dinledim. Sağduyumun baş köşesinde oturdu ve içimi okumadan içini dile dökmeye başladı.

Söylendim mi kendi kendime yoksa korsan bir duyumsama mıydı, sormayın.

Bir cümleden binlerce fikir çıktığını bilirdim ama bu içsel özlü haykırışın sahibi bana; sessiz bir feryadın ardında yıkılması güç bir acı dağı olduğunu gösterdi.

Acı yığıldı dedi içime. Aşka açtığım yüreğime…

Yığılan düşünce dağının tepelerinde belirdi lisansı ışıklar ve uzadı misafir yüreğin ızdırabı içimde. Durduğum yerde geçmişin perdesini yırtmış, geleceğin sırrını da aralamış olabilirdim belki ama kanatlandım asıl gerçek boyuta ve aranızdayım (hıçkırıksız bir ağlama nöbeti gibi bir keder içinde…)

“Yaşamın en değerli duygusu ile en acı duygusunun girdiği bir kapıdan, önce umut içinde sevgi girer ama o kapıdan mutlaka acı da girer. Aşkın içinde, aşkı daha da kuvvetlendiren bir iksir ACI. Ama sevgiyle atan yüreğe, hayattaki her şeyin anlamını öğreten aşkın acıyla bu kadar yakın olmasının handikapları da var; Severken ayrılmak, bedensel firakın yanında kederi getirir. Ayrılık en çok sevenin ruhunu yaralar, umut ise yaraya merhem olmaz bazen.” diye devam etti bu sefer sığınmacı yürek.

Yemeğe kattığımız acının o yemeğin tadını güzelleştirmesi gibi, aşkın içinde acının olması o aşkı güzelleştirmez mi diye sordum.

Dedi ki zamane yüreği; ”Yediğim aşk darbelerinden öğrendiğim bir şey var; Bıraktığı yerde bomboş bir terkedilmişlik ile anılmaz, uğurlama törenleriyle uğurlanmaz aşk; yaşadığı yüreği alenen terk etmeye cesareti olmadığından, ortalığı bulandırır ve görünmeden ve adres bırakmadan terk eder gider. Aşkı hain bir kurşuna benzetmemizin, ayrılığı da en acı keder olarak görmemizin sebebi bu. Bu yüzden tüm çıplaklığıyla apaçık görünmeden yüreğimize giren aşk, yine görünmeden (bu hakkını kullanarak) kaçar gider. Ayrılıkta aranan şey, kederi dindirecek merhem değil, aşkın acısını hafifletecek bir başka duygu ise madem; bunu yeni bir aşkla telafi etmeyi denemek gerek belki de.”

En tatlı duygularla yaşanırken iki yürekte, ansızın bir felaket gibi içimize çöreklenip hayatımızı altüst ediyorsa ve o yüreklerde hiçbir eser bırakmadan gidip, ardından sayısız cazip maskelerle geri dönüp yine de bizi peşinden sürüklüyorsa, bu aşk denen şey, evrenin en büyük gücü olmalı.

Aşk en büyülü güçtür.

Dediklerini anlamadım dedim. Yaşamadığımdan değil, öyle görmediğimden.

“Hayır, sana masum tatlı rolünde göründüğündendir.” dedi kısık sesle.

Ancak mutluysam ve mutluluğumun sebebi aşksa, felsefi sorularla bunu deşmeyi düşünmedim. Aksine onu kaybetmemeye uğraştım. Bilirim ki aşkı kaybettiğimde mutluluğum da kaybolacaktır.

Kötümser haykırdı, iyimser dinledi..Paradoksal bir diyalogun alıntılanabilen ifadeleri geçti kayıtlara;

• Bu, talihsiz bir tutsaklıksa,

¦ Bu, tarifsiz bir mutluluğun kaynağıysa

• Bu, insan bilincinin çözemediği bir bilmeceyse

¦ Bu, evrenin sırrını taşıyan bir hikmetse

• Bu, beni perişan eden bir belaysa

¦ Bu, beni mutluluğa götüren bir olaysa

• Bu, bizi bir kaşık suda boğan bir girdapsa

¦ Bu, nesne değil ancak hissedilen bir uzaysa…

Anladım ki, sağduyum ve misafiri aynı konuya parmak basmaya çalışırken parmakları birbirine dokundu ve aşk dillerine dolandı.

Umudu zamanın kör dehlizlerinde aramaya koyuldu aşk acısıyla dağlanmış yürek,
Zamanı, umutla yaşadığı hissini bilerek gülümsedi bana özümdeki yürek.

Aşkın paylaşıldığı her dünya zamanı, umutlu bir yüreğe idrakin dışında bir sevinçle atlarken belki, bu heyecanı kaldıramayanları adaletin içinde bir kederle ödüllendiriyordur diye bir sonuç çıkardım.

Okuduğum bir kitabın ana fikri veya alınyazımın deşifre metni değildi bu; kelimelere bürünmüş bir ruh yolculuğunun tafsilatıydı. Aşklar yaşamış ve yorulmuş bir yabancı yüreğin sığındığı iç alemimde, ben dinledim, siz okudunuz. Konu aşk ise, cümleler çözüme kavuşmaz bir türlü. Zaten aşkın doğasında yok mu ki kavuşamamak.

Mutluluk getiren aşk dolu günlere…

Birinci nüshadan bir klavye dizgisi okudunuz.

1046 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Suat ACAR

Mart 1972’de Siirt'te doğdu. İlk-Orta-Lise öğrenimini burada bitirdikten sonra, 1990 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Diyarbakır’da pratisyen doktor olarak çalıştıktan sonra Dicle Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D.’de ihtisasa başladı. 2003 yılında Fizik Tedavi uzmanı doktor olarak mezun oldu. Halen uzman doktor olarak görevini sürdürmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir