GÖNÜL MÜRİDİM TUNCAY’IN MACERALARI-1

Doğadaki afrodizyak yönden en kuvvetli şeyin kuru üzümde, yaşamdaki huzurun da içten söylenmiş aşk şarkılarında olduğunu savunan ama nedense aşk trafiğinde sayısız kazalar ve kupkuru deneyimler yaşayan, gönül müridim Tuncay’ın yeni bir serüveni ile baş başa kalacaksınız az sonra.

Monoton giden yaşamlarına renk katmak isteyen, farklı heyecanlar yaşamak isteyen her insan gibi O’nun da arayışlarını doğal karşılıyorum ama, izlediği yollardan her seferinde mağlubiyet skoruyla ve asık suratla dönmesine yüreğim dayanamıyor artık.

“Yaşamı anlamak için, kadınları anlamalı” felsefesini güdüyordu ve iki bilinmezli bir denklemde muzaffer olmanın çok zor hatta imkansız olduğunu bile bile bu yola çıktığını söyler hep. Üstelik özünde art niyet olmaksızın, gayet sade bir üslupla yaklaşır hep bayanlara. Gel gör ki kör talih de pek kör, pek sağır ki muradına eremedi gitti.

Çok yakınında olduğumdan biliyorum bu girişimci gencin aşk profilini. Oysa güneşin dili olsa da bir dile gelse, kaç cürüm kaç hazin dolu öykü anlatırdı bize. Tuncay bizim topulumun yüzyıllardır kanıksadığı Türk usulü kozmopolit Fundamentals içerikli sosyalizmin sadece bir örneği.

Bir büyüğü olarak bana, günün değişik saatlerinde yolladığı, “günlük rapor” türü cep mesajlarını mı söylesem, yoksa her caddeye yürüyüşe çıktığımda O’nu, kafasına çanta yemekten kurtardığımdan mı bahsetsem.

İyi yürekli çocuk, boş vaktini halkla ilişkilere ayırıyor diye kızmadım başlarda. Hatta elimin altında olsun diye bazı iş toplantılarında yanıma aldım O’nu.

Büyük şehrin büyüsü ters mi etkide bulundu yoksa bu çocuk uyanır uyanmaz bazı organlarına sınırsız özgürlük şartnamesi imzalatarak mı dışarı kendini atıyor diye kişisel tahlillere de giriştim, çözemedim.

İnanması güç ama, kızlarla konuştuğu bir anda izledim O’nu; aynı masadaydık ve beni, ancak, garson hesabı masaya getirince hatırladığına şahit oldum. Şeyhini unutmuş mürit misali, feyzimden uzak, aşkın büyüsüyle sarhoş olmasını da hoş gördüm. Hesabı benim ödemem mühim değil ama çocuğun yüzündeki mutluluk ifadesinin bozulmamasına gösterdiğim hassasiyete dua etsin.

Zamparalık terminolojisinde “dikiş tutturamamak” diye bir tarif var ya, işte tam da Tuncay için biçilmiş kaftan. Kafasındaki planlarda başarıya ulaşma şansı bu kadar düşük bir vatan genci için, dikişi mi başka bir eylemi mi tutturamadığı sorulabilir ama iki ucu bir araya getiremediği şüphe götürmez bir gerçek.

İyi niyetli yaklaşımla kendini daha iyi ifade edebilmek ve bireysel pozitif özelliklerini geliştirmek için çağın tüm gelişmelerini yakından takip ettiğine şahidim. Raflarında hemen her türden kitap, magazinsel dergiler, değişik yelpazede müzik albümleri bulundurduğuna, hatta Avrupai tüm trendlere katıldığına, her zaman şık her zamana frapan her zaman uyumlu bir insan olmaya azami gayret gösterdiğine şahidim.

Ama asıl çılgın ve kritik soru da şu ki; Bir şeyler yanlış gidiyor olmalı ki, yalnızlığını paylaşabileceği bir insana rast gelmedi bu güne kadar. Neden bunca uğraşılara rağmen kalbi boş?

Aslında denk geldi, rast da geldi ama bunlardan hiç biri maalesef tava gelmedi. Düşmanlarının büyü yaptığına neredeyse inanacak kadar evhamlı bir ruha büründüğü de vaki olmuştur. Her bir şans yeni bir umut iken, tüm umutların tükenme sinyalleri geldiğinde ortam değişikliği yaşamasına karar verdim.

Sosyal intibakının son şansını da gözlerimin önünde katlettikten ve mevkisinin gereğini çarçur ettikten sonra, Tuncay için müdahaleye gereksinim duydum ve O’nu tatile yolladım.

Geçen seneki iznini İstanbul’da kullanmış ve hüsranla geri dönmüştü. Hatta THY-makalesinde talihsizliklerini anlatmıştım.

Hem ortam değişikliği hem deneyim yaşaması için bu sene İzmir’e yolladık.

Aslında İzmir’de yaşayan, yaşı 18-30 yaş arasında olan hanımlarımıza haber vermeden bu hizmete susamış vatan evladını gönderdiğimiz için üzüntümü bildirmek zorundayım.

Önemli bir maça sıkı bir kampta hazırlanan sporcu edasıyla Tuncay sahaya pardon otobüs terminaline iner inmez bilgi akışı sağlamaya başladık. İzmir macerasını da İstanbul macerasında olduğu gibi telefon mesajlarıyla nakledecekti.

Yığınla gelen enformatik ama içerik itibariyle deformatik cep mesajlarındaki imla ve ahlak hatalarını düzelterek birkaç numune sunarak, müridimin boyunun ölçüsünü almanızı sağlayacağım.

“Yaşadığım memleketten farklı bir memlekete gelince şunu anladım; Yıllar içinde biriktirdiğim ve tecrübe diye yanımda taşıdığım şeyler aslında beni neyin peşinde olduğum konusunda aydınlatamamış. Aradığım aşkı yollarda bulamayacağım.” şeklinde yazdı ilk günler geçtikten sonra.

Başına taş mı düştü yoksa hidayete mi erdi diye düşünüyordum ki, yine baltayı taşa vurduğunun haberi geldi SMS ile; “Bir tatili tatil yapan şey, her gün aynı sıradanlıkla solumaya alıştığımız havanın, bir başka diyarda anlaşılmaz bir gücün büyüsüyle “hayatın ta kendisi” olduğunu anlayacak kıvama gelmektir. Oysa benim için her yerde hayat arayış idi ve şu an hayat yeni arayışlarla devam ediyor.”

Tamam da başkaları için mutluluk ve şans getiren hayat, neden Tuncay için sonu gelmez arayışların kaynağı hatta sebebi olabiliyordu? Kendime bile sormaya korktuğum sorularla kafasını meşgul etmek istemedim ama Tuncay, yaşamdaki arayışların, BULMAK eylemiyle bitmediğini, her zaman peşinde olunan şeyin, insanda merak duygusunu alevlendirdiğini ve arayışın aslında hiçbir zaman tamamıyla bitmediğini idrak ettiğini yazdı. Hatta yoruma yer kalmayacak kesinlikte bir iddiayla hayret duygumu harekete geçirdi; ”Sihirli bir okun yüreği zehirlemesi ise aşk, bile bile tutsaklıksa, ben, yüreğimi bu okun menzilinden çekiyor ve aşkın peşinden koşmayı bırakıyorum. ”

Zor başarırsın diye bir küfür savurdum içimden ve günlerin akışında döndü hayat.

Aşk konusunda staj yapmak üzere İzmir’e yolladığımız Tuncay, yaşam konusunda ihtisas yapmış olarak geri döndüğünde her şey eskisinden farklı dönüyordu aramızda.

Hiçbir formülü olmayan bir denklemde yaşamın neye denk geldiğini hesap etmeye kalkışmak gibi bir beyhudeliği kabul etmeyişinde haklı olduğunu ve aslında basit bir mutluluğun bile çoğu kez ölüm duygusundan iyi olduğunu kabul ettim.

Havada hür gezen ve bulutların arasından kaybolan bir kuş gibi yaşamına sımsıkı sarıldı Tuncay ve hayat karşısında eskisinden daha kararlı bir duruşla ve işinde de bitmeyen bir enerjiyle günlerine devam etti. Yaptığı tek şey, arayış dehlizlerinde boğulmamak için, aşk dahil tüm duyguları yüreğinde-ruhunda hapsetmek oldu.
Şeyhine danışmadan, yıldızları takip ederek gaipten haberler vermeye kalkışan ancak mutlaka bulutlu bir günde kehanete ihtiyaç hissettiğinde yıldızları bulamayınca şeyhinden medet dileyen müritler gibi, düştüğü çukurdan bir gün “gel kurtar” diye haykıracağı günler uzak değildi, bekliyordum.

Sırtından bir yük inmiş gibi, tüm arayışların aslında ruhta biriken kasveti daha da derinleştirdiğinin farkında bir tempo içinde, ama benim hissettiğim, ruhundaki çatlaklardan sızan kederi gizleyerek yaşadı zamanını.

En asi duyguyu yüreğinde ömür boyu hapsetmek kimseye nasip olmadı, olamayacak da. O (aşk), kendisine uygun görülen hiçbir şeyi kabul edecek uysal bir duygu değildi. Her türden korunakla üstüne kapatılan kapıların ardında hapsedildiği tüm hapishanelerden her seferinde elini kolunu sallaya sallaya, firar etmiş, delidolu-babayiğit bir duyguydu.

Emindim ki, ruhundaki çatlaklardan yer bulup, bir asi duygu özgürlüğüne kavuşacak ve yeniden Tuncay’ı eski günlerine götürecekti;Aşka tutsak ama aşkın diyarından sürülmüş bir mahkum rolüne…

Gelmesini hiç istemediğim ama tüm işaretleriyle “GELİYOR” dediği bir trajedi haberi, yine kurbağa vıraklamasına ayarladığım mesaj sesiyle ulaştı cep telefonundan bana.

“Bugün gördüm O’nu. Yaşadığım tüm saatleri unutturan bir acı gibi indi yüreğime. Geçen günler söylediklerin geldi aklıma. Haklıymışsın. Ama belirsiz bir iklimin rüzgarıyla savruldu bedenim. Yıkılmamak için tutunacağım tek dalım kaldı; Neredesin.?”

1056 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Suat ACAR

Mart 1972’de Siirt'te doğdu. İlk-Orta-Lise öğrenimini burada bitirdikten sonra, 1990 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Diyarbakır’da pratisyen doktor olarak çalıştıktan sonra Dicle Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D.’de ihtisasa başladı. 2003 yılında Fizik Tedavi uzmanı doktor olarak mezun oldu. Halen uzman doktor olarak görevini sürdürmektedir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir