YAN YANA – ÜST ÜSTE

(piknik: ev dışında yenen yemek)

Güzel bir Pazar günü. Kış anca bugün biraz güneşi bıraktı. Tabiat uyanmış. Kaç zamandır mıntıka gezintisi yapamamıştım, bugün neden olmasın?

Keyifle dışarı adımımı atmıştım ki yoğun bir kebap kokusu ve kömür dumanıyla irkildim. Tüm mahalle bu kirlilik tacizi altında. Karşı okulun köşesinde bir ağaçla 8 m2 lik yeşilimsi alana tam 4( yazıyla dört) şerefli Türk ailesi konuşlanmış. Bir sürü semaver ve mangal görüntüleri. 5 – 8 farklı müzik türünden teraneler. Önde yeniyetme bir oğlan elindeki kartonu sallıyor. Ben gayrı ihtiyari yüzümü buruşturmuş olmalıyım ki çocukcağız eylemini yavaşlattı lakin arkadaki elini belinde tutan koca göbekli, sigarasını dişine sıkıştırmış emicesi gaz verdi: yellendir oğlum yellendir! Çocuk daha bir gayrete geldi.

Topukladım ayaklarımı. O da ne? Fesuphanallah, mahalle camii de işgal altında. Akla gelen, gelmeyen her yer piknikçi işgalinde. Anladım; Bugün Aziz Milletimin en büyük günü: piknik günü. Kaç zamandır mahsur kaldıkları haneyi saadetlerinden nihayet çıkabildikleri gün, bugün.

İnsanlarım ellerinde dolu Real veya Carrefour çıkınları ile fevç fevç bir istikamete seyir halindeler. Belli ki bir mübarek yere gidilmekte, bende takıldım onlara. Hedefe yaklaştıkça o malum koku ve başıboş kedi- köpek adedi artmaya başladı. Eni – boyu 50 adımlık yeni bir semt parkına vardık. Aman Allahım! Bu ne böyle? Karnaval mı panayır mı? Bir rekor denemesi mi yapıyoruz; m2 ye düşen insan sayısı 83! Bu ne aşk böyle ahh, bu ne ızdırap.Öldüren doğa sevgisi.Tabiat uyandı mı Türkoğlu evde durmaz giderim. Ta uzak semtlerden, kentlerden gelenlerde varmış.

Bilimsel bir iddianın nasıl paralandığına da şahit oldum. Bizim protein, özelliklede et tüketimimizin az, bu nedenle de sağlığımızın tehdit altında olduğunu söyleyen bazı şom ağızlıların tezlerinin külliyen yıkıldığını gözlemledim. Baksanıza benim aslan parçası etobur milletim et yeme şampiyonu sanki. Tabaklar dolusu etler, köfteler, tavuklar, balıklar ve ille de canım sucuklar. Yan yana konmuş mangallar, sırt sırta vermiş – büyük bir dayanışmayı da ihmal etmeden – ciddi ve büyük işler yapmanın huzuru yüzlerine yansımış yellendirmeci tim elemanları. Bunlar daha çok genç ve çocuklardan seçiliyor. Ergen kişiler bir elleri göbeklerinde diğer yağlı elleri ızgaraya et dizip almakta bazen de akan ter ve burun sıvısını silmekte.. Anne ve kızları salatalar yapmakta, helvalar, tatlılar, dolmalar; sofra düzeni oluşturmakta. Bir arı ailesi gibi ahenkli iş bölümü ve birliği. Harıl harıl bir çalışma. Bölünmez milli birliğimizin temel unsurlarından biri olarak kabul etmişimdir bu piknik hadisesini hep. İç içe, kucak kucağa aileler. Kimin eli kimin çatalını tutuyor mühim değil. Zaten birkaç samimi aile birlikte gelmişler, birde tanımadıkları bir sürü aile ile aynı dar mekanı paylaşmak kolay mı? Kıskanç değilizdir, gönlümüzün sığdığı yere cümle alem sığabilir. Aslında aile konusunda – dahili ve harici- çok tutucu olduğumuz bir vakıa ise de bunun istisnası piknikler ve sahil faaliyetleridir. Buralarda bazı mükellefiyetler sakıt olabilir. Bu cümleden mesela, bazı aşırı muhafazakar ailelerin tesettürlü, zarif kız ve kadınları da böyle ortamlarda sakız çıtlatlatarak cigaralarını yakıp, etrafı dikiz etmekle hoş bir çeşitlilik katarlar. Lakin o güzide mekana garsoniyer kastıyla gelen bıçkın Bay Sefih ve partnerlerini es geçiyorum.” Mevsimler boyu oturduğumuz o ağacın altını şimdi anıyor musun?”

Bu müthiş çalışma sabah başlamış olmalı, ikindi vaktine kadar hummalı bir şekilde sürdü. Çünkü interaktif sistem hakim. Biteviye pişiriliyor ve tüketiliyor. Ye babam ye, tıksırıncaya dek. İlaveten ringo ringo şişeler. Birileri hayrına şu günlerde biranın da sahtesini yapsa ya. Koliler, çuvallar dolusu bira konulmuş ortalığa. Yeme içmeyi takiben çay kahve faslı başladı; semaverler, çaydanlık – demlik olayları. Yani biri eksik olsa kıyamet kopar. Tertipliyizdir ve ayrıntıları asla atlamayız.

Vee müzik! Yine bazı kendini bilmezler bizim çok sesli ve çok sazlı müzikten uzak olduğumuz yalanını seslendirirler. Zahmet edip gelsinler bir parkımıza da görsünler en harbi gerçekleri; sazında sözünde krallarının miksini aynı anda dinleyebilen hangi insan türüdür.

Bir de kibar insanlarımız vardı. Bu aile türü, parka evde hazırladığı pasta börekleri, termosa doldurduğu çayı, birazda çerezini kapıp gelmişler. İçlerinde bu güzelliği misafirleriyle paylaşanlarda cabası. Varsa bir masaya veya banka konuşlanıp, birkaç saatlik molada tüketimlerini sağlayıp mutluluk depolamış bir halde evlerinin yolunu tutuyorlar. Bunları ben pek sevdim.

Akşama doğru aldı herkesi bir spor merakı. Gün boyu işkembe-i kübrayı şişirenler 27 m.lik güzergahta üç beş turluk volta- spor eylemi gerçekleştirdiler, anca ve kanca beraber. Bu işi profesyonelliğe götüren; naylon toplarla şut ve gol atanlarda oldu. Örnek insanlar.

Bütün bu hengamede elinde cins köpeklerini gezdirenlerde vardı ki bu kadarda birlikteliğe pes doğrusu. O kenarda yaşam boyu koşusu yapan spor severlerden yeri gelmişken bahsetmeyeceğim bile.

Ayrıca gün boyu et – sucuk doğramış bıçakları eline alıp, park kenarında ki ebegümeci veya kuzukulağı toplayan teyzelere ne demeli. Bir yanık memleket havası da çığırdılar ki, sanırsın Milattan Önceki Karadeniz veya Toros yaylalarındalar. MÖ diyorum, malum şimdilerde yaylalar parklardan da beter.

Bu mümtaz kalabalık, içi insan sevgisiyle dolu olanlar için görülmeye değer bir manzara olmalı. Sevgi nedir bilmeyenlere söz yok. Çok gezen bir dostum, Avrupalıların bizim milletin orada ki piknik sefalarından çok rahatsız olduklarını söylemişti. Kusur onlarda; bencil, soğuk insanlar. Dostuna bir çay bile ısmarlamayanlardan ne beklenir.

Akşamın yaklaşması kimseyi ilgilendirmiyordu. Biraz daha kam almalıydılar. Ancak havanın önü arkasını tutmuyor. Beklenmedik bir şey oldu. Hafif bir gök gürültüsü ve çiseleme başladı. Piknik döndü paniğe. Kalabalık çil yavrusu gibi dağıldı. Birbirlerini ezen insanlar, çarpışan arabalar. Müthiş bir ricat. Bu da mı kalıtsal acaba?

Piknik sonrası parkların halini tahayyül etmek bile akla zarar.

Neyse de ben yağmuru çok seviyorum. Her Cumartesi ve Pazar başımın üstünde yeri var, bekliyorum. Beni ıslatsın aptal niyetine razıyım. Birde sizlere önerim; can ve mal güvenliğiniz açısından yüksek yüksek tepelere ev kurun ama parklara yakın yerlere asla. Bu da kıssadan hisse kabili, günün sözü olarak size sunulmuş bir hizmet olsun.

2005 – Bursa

Okuma notu: bendeniz işbu yazıyı yazarken önce doğrusu çok yakışan avami kelimeler kullanmıştım. Lakin mensubu olduğum alt kültürü ifşa eder endişesiyle, onları vurgularından da anlayabileceğiniz veçhile tabir-i kibara tahvil ettim. Zahmet olmazsa siz olması gerekenleri yerlerine koyarak, okumayı zevkli hale getirebilirsiniz..

1461 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Ali Taşkın BALABAN

1958 yılında Eskişehir’de doğdu. Ankara Ü. S. B. F'ni bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde memur olarak çalıştı. Antalyada ikamet etmektedir.. * Facebook Sayfamızı Beğenebilirsiniz: buradan abone olabilirsiniz ve yazılarımızı kolayca takip edebilirsiniz. * Yazıların üstündeki benim adımı tıkladığınızda benim tüm yazılarımı içeren 5 - 6 sayfalık menü açılır oradan istediğinizi tıklayarak okuyabilirsiniz. Yorumlar vasıtası ilede yüksek fikirlerinizi iletebilirsiniz. Lütfedip okuduğunuz için teşekkürler.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir