BEN AĞLARIM YALAN GELİR ELLERE

DERTLERİ ZEVK EDİNDİM

Bu millete öncü olmak:, önder olmak: başlıbaşına bin derttir. Siz bütün çabalarınızla, insanları irşat ederek, onları hak: yoluna sevk etmeye, neticede Hakk’a ulaşmalarını sağlamaya çalışırsınız. İçleriyle, ince işlerle uğraşırsınız.

Ve bu zor, ağır, cefalı ve ezalı, ateşten gömlek görevi isteyerek almışta değilsinizdir. Öyle alınamaz da zaten, size sadece tevcih edilir. Fikriniz bile sorulmaz. Bu kader görevi en iyi şekilde, bihakkın yerine getirmekten başka seçeneğiniz de yoktur. Ya başarırsınız yol gider ya da her şey tükenir. Tabi önceki büyüklerin himmeti sizinledir ve başarmak: sizin takdirinizin dışındadır. Ama siz yine de bir kul olarak kendinizde zahiren sorumluluk kalsın istemezsiniz. Şeyh olduk millete diye, ense etmek yok yani.

İlk zamanlar her şey çok yolundaydı. Kayınpederim, Efendi hazretlerimin bekaya irtihallerinden sonra pek bir sorun çıkmadı. Bir kaç halife si zemin yokladıysa da Efendi hazretlerimin kuvvetli işaretleri; Hacıannemin kesin ifadeleri karşısında post düşkünlüklerini dillendiremeden köşelerine çekildiler. Hatta içlerinden İkisi hizmetlerini bizim için de seferber ettiler. Müridan dersen kesin teslimiyet içindeydi. Azdık. Herkes birbirini tanır, hakkına razı olur haddini aşmaz idi. Kanaat vardı çünkü. Daha tüketim toplumu olmamıştık… Ufak bir soba vardı mesela; atardık meşe odununu, nar gibi kızarırdı. Külüne pancar, patates közler (dik), üzerine de bir koca çaydanlık ıhlamur… Bol kök-tarçın ve karanfilli; habire kaynar ihvan doldurur doldurur içerdi. İçerisi de sanki baharda ıhlamur tarlası gibi kokardı. Milletin sorunları azdı, soruları da. Efendim Herek mevkiinde ki tarlaya bu yıl yulaf mı ekse aspir mi? Öküzün birini satmak istiyor, yamuk boynuzu mu satsa sarıkızı mı? Dersini yaparken yüz yerine sehven doksanaltı estağfirul1ah çekmişse ne olur? Tutsa da tutmasa da erenlerin hallerinden sual olmaz; olay sizin kerametinizle izah edilirdi.

İtibar, şeyhlikte nerdeyse tek sermaye. Biliyorsunuz zor bir değer. Kazanmak uzun süreç ister elde tutmaksa çok büyük hünerler. İnsanların manevi olarak: size teveccüh etmesi, itimat edip teslim olması. Bu maddi sermaye gibi olsa iş kolay. Yatırım imkanlarını çeşitlendirirsin, en zor ekonomik krizleri kolayca atlatabilirsin. Ayrıca piyasa kredin tek hareketinle anında sıfırlanmaz ya da düşsen de tekrar ayağa kalkabilirsin. Ama maneviyatta tek tokatta işin tamam… Ölüm gibi. Daha hiçbir şey geri gelmez! Yani irticası yok bu işin.

Hele ki günümüz insanı liberal ekonomide yaşıyor. Rekabetçi, toplam kalite ve standart arayan acımasız, zalim bir ortamda… Ee bizim yollarda bu ahvalden etkileniyor. İnsanlar doğar doğmaz analarını bile sorguluyorlar; değil ki tarikatı, şeyhi sorgulamasın… Sonra millet çok cinsleşti. Vefa nerdeyse yok oldu. Sen yıllarca onu hamken pişir, kendini onun için ateşlerle risk et, o küçük bir nedenle çekip gitsin. Bu normal bir davranış haline geldi artık. Tıpkı kırk kilometre ötedeki marketin üç kuruşluk ucuzluğu var diye, yirmi yıllık köşebaşı bakkalını terk etmesi gibi… Ona en iyi servisi vereceksin, utufetle bağrına basacak, ona bu hengameli dünyada huzur, ukbada ise temelli mutluluk sağlayacaksın. Tatlı canını sıkmayacaksın. Yoksa o kolay erişimi seçer ve çeker gider. Koşacaksın hep, yoksa düşersin. Hata yapma şansınız sıfır olacak. Bu maalesef böyle. Ya deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin. Şimdi siz de çağdaş bir mantıkla iyi ya işte, bunun neresi kötü diyeceksiniz… Doğru. Doğru da, biz de insanız canım. Biz de ete kemiğe bürülüyüz. Bu haller insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Stresten mahvoldum. Kişisel hayatım, aile hayatım nerdeyse yok.

Çocuklar da perişan. Üç yaşında ki bebe doğru dürüst, akranları gibi ağlayıp, oyuncaklarıyla oynayamıyor. Koca koca adamlar, kadınlar, yakalayan; çocuğun elini ayağını öpüyor. Kutbu azam tazimi yapıyorlar. Ya on yedisindeki büyük oğlan… Durumu resmen trajedi. Bir su içmek istese elli kişi koşar. İki yudum artık suyu için üçyüz kişi birbirini çiğner. Bir kahveye bir pastaneye gitmek istese önünde arkasında onlarca insan, gerdan kıran boyun büken. Çok istese bir top peşinden koşamaz, bir kadına kıza doya doya bakamaz. Günah bile işletmezler adama eylemli bir şekilde.

Diyeceksiniz ki iyi. Hayır, o konuda az da olsa muhayyer olmalısınız ki, imtihanınız başarılı ola. Kadın cinsini tanımıyor, nasıl inisiyatif koyacak bu mevzuda? Neyse ki tedbirler alıyorum yoksa ablasınınki gibi bir oldu bittiyle karşılaşabiliriz. Nitekim geçenlerde tekkenin en hızlı müridi, namı diğer Fırıldak Sami, vermiş bizim oğlana son model arabasını fink atsın diye. Sonra da sultanım geçerken, bizi eve atıver diyerek mıymıntı kızını da almış arabaya. Bizim oğlanda bir heyecan ki sormayın… Gitmiş ilk direğe toslamış. Senin tezgahını sevsinler. Müteahhit Burhan’da çocuğu iş ortaklığı için kafalamaya çalışıyormuş. Çocuklarda kişilik sapmaları var, psikolojik sorunlar… Oğlanların işi zor, bizimkisi daha da zor. Ebeveyn olarak ilgilenemiyoruz ki… Kız böyle bir kazaya kurban gitmedi mi? Kötü bir hayata tövbe etmiş, kendini bizim yakın hizmetimize vakfetmişti eski adıyla Fettan Naciye. Sonra ne yaptı, gül gibi imam-hatip üçüncü sınıftaki biricik kızımı alladı pulladı nüfus kayıtları karışık oğluna yamadı. Biz de öyle olsun dedik zorunlu olarak. Bari damat Halil kızcağıza gün gösterse… Damat göstermesine gösteriyor da bizim kızın pek göremediğini sanıyorum. Yoksa kendilerini bizim kızın çok yakın hizmetine adamış iki tane doktora yapmış hatunu evinde ne diye tutar ki. Erkek olsa boynuzların her yakayı sarmış diyeceğim ama böyle durumda bayanlara ne denir? Bunu bilememem, benim cahilliğimden mi yoksa Türkçenin yetersizliğinden mi? Halil de anasının oğlu ha, ne yeteneklidir… Karıncaya aşk ilan eder de belini incitmez!”

Bizim hatun da iyice Kösem Sultanlaştı. İlle de oğlanlardan birini veliaht ilan etmeliymişim. Dedim “Bir daha… Bir daha… Tövbe!” Bir aileden bir kurban yeter! Oğullarım baba mesleğini seçmesinler. Dokuz nesle yetecek dünyalık var şükür. Onu adam gibi değerlendirsinler yeter. Son gelişmelerden sonra çocuğu iş dünyasına sokmaya karar verdim. Yanına da müşavir olarak sıddık dost ve soyu tükenmiş müritlerden Osman’ı verdim. Üç Prof ta yardımcı olacaklar. Osman has adamdır, kendi servetini bu yolda harcamışsa da bizimkine titizdir; gözü gibi bakar, ihlasla… Zaten ben de uzaktan vaziyet etmeye devam edeceğim. Oğlanı başgöz etmeyle ilgili de Kültür Bakanıyla, Suud sefirinden rica ettim, Kraliyet ailesiyle akraba olmamız için bir dizi girişimi başlattılar. Bunlar kolay iş.

Asıl müridana ve kamuoyuna dayanmak, vaziyet etmek çekilecek çile değil. Devlet her köye bir Üniversite açtı, bizim ihvan bir çok dergah… Yurtiçi¬dışı, dünya kazan biz kepçe. Her ay, ayrı bir kıt’ada hatme, her gün birkaç ülkede ilde faaliyet. Hep bir şeyler atıştır, dengesiz beslen… Kafada kırk tilki, kırkının da kuyruğu… Sabahın köründen gece yarılarına dek kazık gibi ayakta, hep aynı hareketi çek dur. Sürekli el öptürüp, tebessüm vaziyetinden ellerim ve yanaklarım sanki heykelleşti.

Aman Allahım! Ya o dert dinleme seansları! İhvan bir başka alem. Her renkten, her cinsten… Adam radikal, hemen cihad, şimdi cihad olmaz mıymış? Git evladım işine! … Ülke darü1 harb değil miymiş, hani kumar ve piyango oynanmaz mıymış(?!). Bu haftaki banko maçları işaret etmemi ne kadar da yürekten isteyenler var. Lahavle … Rabb’i neden Hz. Musa ile Tur dağında konuşmuşmuş? Lüks bir restaurant bilmiyorlarmış diyebilir misin? Bu nataşalar, evvelemirde kafir karıları, kendine değil de satıcısına parayı verince cariye hükmü kapsamına dahil olurlar mı, olurlarsa onları ne kadar tutmalı? Geçici cariyelik … ? Hop hoop! Adam gözüme baka baka söylüyor, “Ben ne yaramazdım ne yaramaz, tuttum Sultanımın eteğinden, tüm günahlardan yırttık! Nice nice merhaleler geçtik elhamdülillah!” “Ulan bu yol basit bir laundry mi ki bir kaç coinle hemen kuru-temizleme yapsın!” diyemezsin. Nerde ve nasıl siyaset yapmalı? Allah’tan böyle durumlarda Damat Halil işe yarıyor. Son seçimde ihvandan, dört ayrı partiden de seçilenler oldu. Zor bir seçim oldu bizim için de. Sonsuz bilinmeyenli denklem çözer gibiydik.Her yöreye, adaya, partiye çok ince ayar markaj ve hücum taktiği, ayak,bel ve omuz hareketleri … Dar açıdan gol vaziyetleri … Pele bile hayatında bu hareketlerin birini yapamamıştır. Halil’in suflörlük performansı iyiydi ama verdi gazı, beni bile kapasite üstü çalışırdı. Bu seçim bir mide kanaması, bir de kalp anjiyosuna mal oldu bana.

Doğrusu hiç hoşlanmadım bu çocuktan, lakin biraz da kendi gençliğimi görüyorum onda. Şu kadar ki o daha akıllı ve cesur. Hanımın da gözüne girmiş köftehor; veliaht olarak mutlaka Halil’i işaretlemeliymişim … Hoş ben onu işaret etsem de etmesem de; emri Hakk geldiğinde benim hanımın da, onunkisinin de, emanetin onda olduğunu söyleyeceklerini iyi biliyorum. Onun için bu işi ortada bırakıyorum. Mücadele etsin, dişe diş başa baş ki ileride iktidarı güçlü olsun. Şimdiden on iki halife ve vekil aday adaylığını açıklamış. İşte zamane terbiyesi, nezaketi … Eskiden şehzadeler babalarının has adamlarını satın alır, kendilerine ajan yaparlarmış ki diğerlerini marke etsinler ve Padişah öldüğünde ilk haber kendine gelsin. Böylece herkesten önce Sultanlığını ilan edip tahta çıksın. Demek sistem o sistem. Bir başım ağrısa cihan nefesini tutuyor. Casuslar dikkat kesiliyor … Çaktırmadan ufak tefek yardımlarım oluyor Halil’e, tüm tarafsızlığıma karşın. Gerçi o çok derdime değil ama ülkemizin ve yolumuzun birliğe ve dirliğe her zamankinden daha çok İhtiyacı varmış gibime geliyor.

Ve yine biteviye işler. Falanın müsteşarlığını halletmelisin, berikinin kızı merkezi bir okula öğretmen olarak atanmalı, filanın oğlu iş imtihanını kazanmalı … Cemil Bey büyük bir şirketin genel distribütörlüğünü almalı; işi bağla … Kazım Efendi alırken hiç sormamıştı, o zamanlar dünya güzeli idi karısı, ama şimdi boşamak için destur istiyor. Neriman Hanım çocuğu olmayan gelinini ne yapsın bir çaresi var mı? Tarık Bey emekli ikramiyesiyle manav mı açsın yoksa borsada mı oynasın? Recep kardeşin oğlu askerden firar etmiş, bir himmet lütfen!

Erzurum çarşı pazar / İçinde bir kız gezer / Elinde kâğıt kalem / Dertlere derman yazar, ah ninen ölsün Sarı Gelin aman sarı gelin aman…

Kafam bozuluyor. Çekip git diyor şeytan, boşaltılmış bir dağ köyüne. İki tane yerli inek al, keyif çatı Ama haksız mıyım? Herkes derdini teferruatıyla sorar da şeyhine, demez ki bu adamın hali dumanı nicedir. Kan ağlar için kızılcık şerbeti içtim dersin. Kol kırılır yen içinde … Dertler dertleri sarmalar, sen yutarsın. Ya sen ne olursun? Mahvolursun. Derdini açamazsın dildara sen. Zor zanaattır dostum bu şeyhlik.Nerde bu devlet! Nerde bu millet! Şikayetim var. Niye kimse sorunlarımızla ilgilenmiyor?

“Yağmur yağar tıpır tıpır da yerlere /Ben ağlarım, yalan gelir ellere… “

1429 Toplam Görüntüleme 1 Bugün

Ali Taşkın BALABAN

1958 yılında Eskişehir’de doğdu. Ankara Ü. S. B. F'ni bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde memur olarak çalıştı. Antalyada ikamet etmektedir.. * Facebook Sayfamızı Beğenebilirsiniz: buradan abone olabilirsiniz ve yazılarımızı kolayca takip edebilirsiniz. * Yazıların üstündeki benim adımı tıkladığınızda benim tüm yazılarımı içeren 5 - 6 sayfalık menü açılır oradan istediğinizi tıklayarak okuyabilirsiniz. Yorumlar vasıtası ilede yüksek fikirlerinizi iletebilirsiniz. Lütfedip okuduğunuz için teşekkürler.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir